Medimagazin logo

Kadın Doğum Derneğinden Cumhurbaşkanına 'ihanet' yanıtı

Kadın Doğum Derneğinden Cumhurbaşkanına 'ihanet' yanıtı
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir düğünde yaptığı 'Doğum kontrolü ile yıllarca ihanet yaptılar' açıklamasıyla ilgili Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD)bir açıklama yaptı. TJOD Başkanı Prof.Dr.Cansun Demir imzasıyla yayınlanan açıklamada şunlar kaydedildi:

 

 

Doğum kontrolü istenmeyen gebeliklerin önlenmesi için uygulanan yöntemlerdir.


Üreme sağlığı ise istenmeyen gebeliklerin önlenmesi ya da çocuğu olmayan çiftleri bebek sahibi yapmak  yöntemleridir. Bu yöntemler insanların istedikleri zaman ve istedikleri kadar çocuk sahibi olmak için uyguladıkları yöntemlerden oluşur.


Üreme Sağlığının tarihçesi çok eskidir. Eski yazılı kaynaklarda bu konu ile ilgili pek çok yayın bulunmuştur. Tarih boyunca insanlar istedikleri sayıda çocuk sahibi olabilmek ve istenmeyen gebeliklerin önlenmesi için değişik yöntemler kullanmışlardır.


Küretajı cinayet olarak niteleyen Sn.Cumhurbaşkanı küretajın yapılmaması için , istenmeyen gebeliklerin önlenmesi, yani doğum kontrol yöntemlerinin kullanılması gerektiğini tahmin etmelidir. Bu nedenle doğum kontrolünün neden ihanet olarak algılandığını anlamak mümkün değildir.


Doğum kontrol yöntemleri eşlerin birlikte rızası ile yapılan yöntemlerdir. Çok çeşitli yöntemler  vardır. Biz Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları olarak modern yöntemlerin kullanımını (spiral, doğum kontrol hapı,prezervatif, enjektabl yöntemler,, tüplerin bağlanması) hastalarımıza kendi istekleri ile uyguluyoruz.
Türkiye gibi özgür, demokratik bir ülkede   insanların doğum kontrollerine siyasetçilerin değil kendilerinin karar vermesi gerektiğini düşünüyoruz.


Bu nedenle ihanet sözcüğünü kabul etmiyoruz;  insanlar en iyi bildiği işi, yapmalıdır. Biz Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları olarak hekimlik yapıyoruz.

kadın
doğum
derneğinden
cumhurbaşkanına
'ihanet'
yanıtı
Yorum (36)
hakkı demir
Sayın Dernek Başkanı; Tıp sadece hekimlere bırakılacak bir alan değildir.İnsanlar en iyi bildiği işi yapmalıdır sözünüze katılıyorum lakin öğrencilik yıllarımda derste siyaseti ve siyaset yapanları eleştiren o kadar çok hoca gördüm ki ama hiçbirine de "hocam bildiğiniz işi yapın,siyaset yapmayın" diyemedim.
0
Cevapla
www.aciamagercek.com
GELECEĞİMİZ TEHLİKEDE www.aciamagercek.com Milletlerin hasta bir topluma dönüştürülmesinden, kısırlaştırılmasına kadar sinsice sürdürülen bu savaşı anlamayan ve buna karşı koyamayan ülkelerin yaşama şansı yok. Neyse ki Milli iradeyi temsil eden Cumhurbaşkanlığı, ülkesinin acı gerçeklerinden habersiz bitkisel hayattaki aydın ve bilim dünyamıza rağmen hayati konularda halkı aydınlatmaya ve uyarmaya devam ediyor. Küresel makinaya bağlı(entübe) aydın ve bilim dünyamızın hali pür melali ortada. Depremden domuz gribine, kolesterolden, sezaryene kürtaja... tartışmaları izleyin; Bilim adamlarımız her konuda üçe ayrılmış; bir grup ak derken diğeri kara diyor, seyreden bilim dünyamız ise kafamız karıştı diyorsa geleceğimiz tehlikede demektir. Bilim dünyasının bile zihni karışık ise vatandaşı kim aydınlatacak? Ülkelerin geleceği zihinsel karışıklığı kaldırmaz, hiçbir yönetim de bu zafiyeti seyretmez. Geleceği öngören, planlayan doğru ve güvenilir istihbarat olmadan hiçbir devlet önünü göremez. Algı savaşıyla zihinlerin yeniden formatlandığı çağımızda hiçbir şey bildiğiniz gibi değil, hiçbir şey de gördüğünüz gibi değil. Her çeşit bilgiyi saklayan, değerlendiren ve buna göre önlemler alan bir beyin yoksa işiniz zor. Bizi uyaran ve önlem alanlar olmalı. Öncelikle konuyu anlamak için birkaç yıl öncesine gidelim. Malum, domuz gribi parodisinde tıp dünyası dahil anlı şanlı bilim kurulları bilimsel mandacılığın etkisiyle gaza gelip, bilim dünyası ne diyorsa doğrudur mantığı ile hepimizi şaşırtırken, gerçeği o zaman ki Başbakanımızdan öğrendik. 1975 yılına kadar %2 olan kısırlığın 2009′da %25′e çıktığı, 2030′larda % 90′a çıkabileceği, tüp bebek merkezlerinin her yeri sardığı, önlem almazsak 22. yüzyılın hayal olabileceği kimin umurunda? Her iki kadından birinin sezaryen ameliyatı geçirdiği, her yıl 160 bin kürtaj olduğu, bunların riskleri, maddi ve manevi kayıpları kimin umurunda? Sağlığa rant olarak bakan hastalık lobisinin kendi çıkarları için bilimi nasıl istismar ettiğini biliyoruz. Gelelim bizi kısırlaştırıp cebimizi boşaltan yeni rant oyununa. Hem dünyada hem de ülkemizde çocuk sahibi olmak her geçen gün zorlaşıyor. Avrupa Birliği’nin yaptığı araştırmaya göre 2050 yılında insanların ancak yüzde 5’i doğal yollarla çocuk sahibi olabilecek. Türkiye’de her 100 kişiden 25′i kısır ! Türkiye’de 1975 yılında %2 olan kısırlık; 2004′de %10, 2005′de %15, 2009′da %25′lere ulaştı. Kısırlık için öne sürülen birçok nedenin yanısıra en önemli neden, GDO, hormonlar, zirai ilaçlar ve katkı maddeleri gösteriliyor. Türkiye’de kısırlaşma bu hızla ilerlerse 2030′larda ise % 90′a dayanabilecek. Her mahalleye tüp bebek merkezleri açarak kaynakları tüketmek çözüm değil. Araştırmalara göre, bir milletin 25 yıldan uzun bir süre devamlılığını sağlayabilmesi, nüfusun en azından sabit kalması ve yaşlanmaması için, aile başına düşen doğurganlık oranının 2.11 olması gerekmektedir. Buna ‘altın oran’ deniyor. Bu sayının altında düştüğünde, kültür yok olacaktır. Tarihsel olarak 1.9 altına düşen hiçbir millet kendini yenileyememiştir. Bu sayı 1.3 olduğunda ise düzelme imkansızdır. Çünkü böyle olduğunda kendini düzenlemesi, 80 ila 100 yıl alır. Ve bu kadar süre bir kültürü ayakta tutacak hiçbir ekonomik model yoktur. Başka bir deyişle eğer 2 çiftin birer çocuğu olursa, ebeveyn sayısının yarısı kadar çocuk var demektir. Eğer bu çocukların da birer çocuğu olursa, büyükanne-büyükbaba sayısının 1/4’ü kadar torun olur. Eğer 2006 yılında sadece 1 milyon bebek doğarsa, 2026 yılında iş gücüne katılacak 2 milyon yetişkin bulmak zor olur. Nüfus geriledikçe, kültürde geriler. Dünya nüfus artışının durma noktasına doğru yaklaştığı teorisini inceleyen The Economist dergisi, özellikle gelişmiş ülkelerdeki kritik bir orana dikkat çekiyordu: Altın oran. Neydi bu altın oran? Nüfusun en azından sabit kalması için doğurganlık yaşındaki her kadının doğurması gereken çocuk sayısı. Nüfus uzmanlarına göre gelişmiş ülkelerde altın oranın 2.1 olması gerekiyor. Yani doğurgan her kadının 2.1 çocuk doğurması gerekiyor. Daha net ifadeyle her 100 kadının 210 çocuk. Bunu basitçe açarsak teori şu: Dünyada doğan her iki çocuktan biri kız biri erkek oluyor. Bu durumda doğan her kız çocuğun biri kız en az iki çocuk doğurması gerekiyor ki toplam nüfus aynı seviyede sürebilsin. Altın oranın 2 değil de 2.1 olmasının nedeni de şu: Olağandışı durumlar hariç 100 kadının doğuracağı 210 çocuğun 105’i kız oluyor. 5 kız çocuğu ya doğurganlık yaşına gelmeden hayatını kaybediyor ya da genetik veya çevresel nedenlerle doğurganlık yeteneği kazanamıyor. Yani altın oran olan 2.1’in altına inilir ve doğurganlık trendi o şekilde devam ederse (ve ölüm oranı da aynı kalırsa) nüfus kaçınılmaz olarak azalıyor. (Ölüm oranı da düşerse, nüfus sabit kalıyor veya az da olsa artıyor ama ortalama yaş yükseliyor.) The Economist, az gelişmiş ülkelerde altın oranın 3’e kadar yükselmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Çünkü bu ülkelerde bebek ve çocuk yaşta ölüm oranları gelişmiş ülkelere göre çok yüksek. Dünya geneli için altın oran: 2.33 The Economist dergisi, dünyanın tamamının gelişmişlik durumu ve nüfus ortalamalarını hesap ederek dünya geneli için altın oranı 2.33 olarak hesaplıyor. Yani dünyadaki her 100 doğurgan kadının 233 çocuk doğurması gerektiğini belirtiyor. The Economist’in araştırmasında başka ilginç rakamlar da var: Kadın doğurganlığı kişi başına gelir 2 bin doları aştıktan sonra gerilemeye başlıyor. Kişi başına gelir 10 bin dolar civarına yükseldiği dönemde altın oran seviyesine kadar iniliyor. Yani nüfus ya sabit kalıyor, ya da çok düşük artışla yaşlanmaya başlıyor. Araştırmaya göre Britanya’da altın orana düşüş tam 130 yıl sürmüş. Ülkede kadın doğurganlığı 1800 yılında 5’ken 1930’da 2’ye düşmüş. Doğurgan kadın başına çocuk sayısının 5’ten 2’ye düşmesi Güney Kore’de sadece 20 yılda (1965’ten 1985’e) gerçekleşmiş. 2009 verilerine göre az gelişmiş ülkelerde doğurgan kadın başına düşen çocuk sayısı 3. O kadınların annelerinin ise 6’şar çocuğu varmış. Bir ilginç rakam da İran’dan: İran’da 1984’te her doğurgan kadının 7 çocuğu varken 2009’da bu rakam 1.9. Tahran’da ise 1.5. Bu rakamlar zenginleşmenin yanı sıra sosyal hayattaki değişimlerin de doğum oranlarında etkili olduğunu gösteriyor. Gelelim bizdeki duruma… Türkiye rakamları Bu tartışmalı konudaki en detaylı kaynak TÜİK’in 2008 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ve Sağlık Araştırması. Araştırma 1990 yılı verilerinden başlıyor. 1990 yılında kadın başına toplam doğurganlık hızı 2.93 çocuk. Kadın başına katkılı yenilenme hızı 1.43 kız çocuk. Net yenilenme hızı ise 1.32 kız çocuk. (Araştırmada bu sayının potansiyel doğurgan kadın sayısı mı, yoksa hayatta kalan kız çocuk sayısı mı olduğu belirtilmemiş) 1990’da Türkiye’de toplam 1 milyon 329 bin bebek doğmuş. 1 yaşına gelmeden ölen bebeklerin oranı binde 51.5. (1990 verilerine göre 68 bin 443 bebek). Bebek ölümleri dışında (çocuk-genç-yetişkin) 392 bin ölüm olmuş. Aynı yıl nüfus kabaca 870 bin artmış. Gelelim 2000’e… Kadın başına toplam doğurganlık hızı 10 yıl öncesine göre 2.93’ten 2.38’e gerilemiş. Kadın başına kız çocuğu sayısı 1.43’ten 1.16’ya, net kız çocuğu sayısı ise 1.32’den 1.11’e gerilemiş. 2010’a baktığımızda gerilemenin sürdüğünü görüyoruz. Kadın başına çocuk sayısı bu kez 2.11’e düşüyor. Net kız çocuğu sayısı ise 1.01’e. Yukarıda The Economist’in bir tespitine yer vermiştik: Kişi başına gelir 10 bin dolar seviyesine geldiğinde doğurganlık hızı altın orana doğru geriliyor. 2010 Türkiye’sinde kişi başına gelir 10 bin dolarlar civarında. Kadın başına çocuk sayısı da gelişmiş ülkeler için belirlenen 2.1’lik altın orana dramatik biçimde gerilemiş. (Çocuk ölümlerinde batı seviyesini henüz yakalayamadığımız için, gelinen seviye daha kritik) TÜİK’in projeksiyonu 2025’e kadar uzanıyor. Örneğin kadın başına çocuk sayısı 2010’daki 2.11’lik seviyesinden 2015’te 2.05’e, 2020’de 2.01’e, 2025’te ise 1.97’ye geriliyor. Net yenilenme hızı yani kadın başına hayatta kalan veya doğurganlık yeteneğine sahip olabilecek kız çocuğu sayısı ise 2010’daki 1.01’den 2015’te 0.98’e, 2020’de 0.97’ye, 2025’te ise 0.95’e geriliyor. 160 bin kürtaj var… Bir diğer tartışma konusu ise kürtaj. 2008’de yine TÜİK’in yaptığı araştırmaya göre her 100 gebelikten 20.5’i canlı doğumla sonuçlanmıyor. Her 100 gebeliğin 10.5’i doğal nedenlerle, 10’u ise ailenin isteğiyle (yani kürtajla) sona erdiriliyor. TÜİK’e göre 2008’de canlı doğan bebek sayısı 1 milyon 273 bin. Kaba bir hesapla 100 gebelikten 80’inin canlı doğumla sonuçlandığını düşünürsek, yaklaşık 320 bin gebeliğin 160 bininin düşükle, diğer 160 bininin de kürtajla sonlandırıldığını söyleyebiliriz. Tüm bu araştırmalar bize şu sonucu verebilir: Erdoğan nüfusun yaşlanmasından kaygılanmakta haklı. Kimimiz bu kaygıyı paylaşabiliriz, kimimiz ise “ne var bunda, zaten yeteri kadar kalabalığız, ülkenin kaynakları yetmiyor” diye itiraz edebiliriz. Ancak, şu andaki trend Türkiye’yi artış hızı azalan yaşlı nüfusa götürüyor. Kürtaj meselesine gelince… Rakamlar, o konudaki bir dayatmaya karşı çıkacak olanlara “Önce istenmeyen düşük, ölü doğum gibi vakaları en aza indirin. 160 bin kürtaja karşı en az 160 bin düşük ve ölü doğum vakası var” gibi çok güçlü bir argüman veriyor. Bu argüman da sonuna kadar haklı… Bu veriler ışığında eğer önlem almazsak 22. yüzyılı göremeyebiliriz. Tabii ki bizi uyaranlar ve önlem alanlar sayesinde rahat olabiliriz. Acı gerçekleri gizlemek yerine Cumhurbaşbakanımızın uyarılarını dinleyelim ve gereğini yapalım. KAYNAKLAR www.tuik.gov.tr/rip/doc/RIP2008_IzlemeRaporu.pdf www.gıdagüvenligihareketi.com www.milliyet.com.tr
0
Cevapla
R.AYDIN
Sayın Hakkı Demir; Hekim olduğunuza inanmıyorum. Sayın Dernek Başkanı ile özel sorununuz olduğunu tahmin ediyorum. Aksi durumda yukarıdaki sözlerin tamamına katılmamak hiç bir (hekimi bırakın tahsilli birinin) aklında geçmez. Saygılarımla;
0
Cevapla
yaprak alper
Çok net, spekülasyona açık olmayan, cesurca yazılmış, yetki ve sorumlulukların birbirine girdiği bir ülkede her meslek grubunun örnek alabileceği bir açıklama. Son zamanlarda sık gördüğümüz, üstüne alınmayıp, kulak arkası edilip bırakılmaması ve üslup korunarak bu kadar güzel cevap verilmesi de cabası. Tebrikler
0
Cevapla
gülay yılmaz
elinize, dilinize sağlık...
0
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir