Medimagazin logo

OECD sağlık istatistiklerine göre Türkiye’nin karnesi zayıf

OECD sağlık istatistiklerine göre, yenidoğan bebek ölümlerinde Meksika’dan sonra en yüksek orana sahip olan Türkiye, Estonya ile birlikte sağlığa en düşük oranda harcama yapan OECD ülkesi. Kişi başına düşen doktor sıralamasında ise sondan ikinci sırada yer alıyor.
Kaynak: ZAMAN - İLYAS KOÇ
OECD sağlık istatistiklerine göre Türkiye’nin karnesi zayıf
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Kapsamlı bir istatistik yıllığı olan OECD Sağlık İstatistikleri 2013 yayımlandı. İstatistiklere göre Türkiye, son yıllarda sağlık alanında iyiye doğru bir çıkış gösterse de birçok alanda OECD ülkeleri arasında en alt basamaklarda yer alıyor. Yenidoğan bebek ölümlerinde Meksika’dan sonra en yüksek orana sahip ülke olarak göze çarpan Türkiye, Estonya ile birlikte sağlığa en düşük oranda harcama yapan OECD ülkesi. Kişi başına düşen doktor sıralamasında ise OECD ülkeleri arasında sondan ikinci sırada yer alıyor. Türkiye ayrıca Şili, Meksika ve Yunanistan’la birlikte kişi başına en az hemşire sayısına sahip OECD ülkesi. MRI çekiminde oldukça yüksek bir oranla ikici sırada yer alan Türkiye, nüfus başına düşen hastane yatak sayısı bakımından ise sondan ikinci sırada bulunuyor.

 

OECD Sağlık İstatistikleri 2013 verilerini değerlendiren Sağlık Bakanlığı eski Müsteşar Yardımcısı ve Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sabahattin Aydın, OECD sağlık istatistiklerinin, araştırmacı ve politika yapıcılara sağlık durumu ve sağlık sistemleri açısından ülkeler arasında karşılaştırma imkânı veren kapsamlı araçlardan biri olduğunu belirtti. Bu doğrultuda OECD 2013 sağlık verileri penceresinden Türkiye’nin sağlık durumunu analiz eden Prof. Aydın şu tespitleri yapıyor:   

 

Nüfus başına düşen hastane yatak sayısı bakımından sondan ikinci

Nüfus başına düşen yatak sayısı hastane hizmetlerinin kapasitesini gösteren bir ölçüt olarak kullanılıyor. Türkiye’de 2011’de bin kişiye düşen hastane yatağı sayısı 2,5. Bu rakam 4,8 olan OECD ortalamasının neredeyse yarısı. Gelişmiş ülkelerde nüfus başına düşen yatak sayısı oldukça yüksek olmaya devam ediyor. Bin kişi başına 13,4 yatak sayısıyla Japonya başı çekerken OECD ülkeleri arasında Türkiye’den daha düşük yatak kapasitesine sahip tek ülke Şili

 

Tütün içiminde oran, OECD ortalamasının üzerinde

Türkiye’de tütünle mücadele politikalarının etkisi görülmüş ve 15 yaşın üstündeki erişkinlerde günlük içicilerin oranı 1989’da yüzde 43,6 iken 2006’da yüzde 33,4’e, 2008’de yüzde 27,4’e 2010’da yüzde 25,4’e ve nihayet 2012’de yüzde 23,8’e (tahmini) gerilemiştir. Ancak bu oran hâlâ yüzde 20 civarında olan OECD ortalamasının üzerinde bir değeri ifade ediyor. Türkiye’ye en yakın ülkeler İtalya (yüzde 22), Kore (yüzde 23,2) ve İspanya (yüzde 23,9). İsveç, İzlanda ve Amerika yüzde 15’in altında erişkin günlük içici oranıyla tütün kullanımı en az olan ülkeleri.

 

OECD ülkelerinde erişkin nüfus başına yıllık alkol tüketimi ortalama 9,5 litre. Avusturya, Kore ve Fransa yıllık 12 litrenin üzerinde tüketimle başı çekiyor. İki litrenin altında tüketimle Türkiye en az alkol tüketen OECD ülkesi ardından İsrail geliyor.

 

MRI çekiminde ikinci sırada

Gerekli ya da gereksiz olduğu tartışması bir yana, sağlık hizmetlerinde teknoloji ağırlıklı tanı araçları kullanımına bir örnek olması açısından MRI tetkik sayıları Türkiye açısından dikkat çekici bir sonuç veriyor. Bin kişi başına yılda 102,7 tetkikle Amerika en fazla MRI tetkiki yapılan ülke. Ardından bin kişi başına 97,4 tetkik sayısıyla Türkiye geliyor. İsrail ve Polonya gibi ülkelerde yıllık tetkik sayısının 20’nin altında olması bu husus üzerinde önemle durulması gerektiğine işaret ediyor.

 


 

Kişi başına düşen  doktor sıralamasında sondan ikinciyiz

Türkiye’de son yıllarda doktor ve hemşire sayılarında önemli artışlar olmakla birlikte kişi başı doktor sıralamasında OECD ülkeleri arasında sondan ikinci. 2011’de 1.000 kişiye 1,7 doktor düşmekte. Aynı yıl OECD ortalaması 3,1 olduğuna göre, doktor yoğunluğunun neredeyse yarısı düzeyinde olduğu görülüyor. 2010 yılında 100 bin kişi başına en fazla doktor mezun veren ülkeler Avusturya (22), İrlanda (17), Danimarka (16), Yunanistan ve Çek Cumhuriyeti’dir (14). 2010 yılı OECD ortalaması 100 bin kişi başına 10 mezunken Türkiye’de yaklaşık 7 mezun veriyor. Türkiye, yılda 7 bin 500 mezun verdiğinde OECD ortalaması yakalanmış olacaktır. Eğer mevcut ÖSYM kontenjanları devam eder ve yılda 12.000 mezun verirsek Danimarka’yı yakalamış oluruz.

 

En az hemşire yetiştiren ülke

Türkiye, Şili, Meksika ve Yunanistan kişi başına en az hemşire sayısına sahip OECD ülkesi durumunda. 2011’de Türkiye’de, bin kişiye düşen hemşire sayısı 1,7’dir. Bu oran OECD ortalaması olan 8,7’nin çok altında kalmakta. Listenin başında yer alan İsviçre ve Danimarka’da bin kişiye düşen hemşire sayısı 15’i aşmaktadır. Türkiye, Şili ve İtalya’da doktor başına bir hemşire düşüyor. OECD ülkelerinde oran, ortalama 2,8’dir. Finlandiya, Japonya, Danimarka, Kanada ve Amerika gibi ülkelerde ise doktor başına 4’ten fazla hemşire düşüyor.

 

Yüz bin kişi başına yıllık hemşire mezun sayısı Türkiye’de 10’un altında. Bu haliyle Türkiye, OECD içinde nüfus başına en az hemşire yetiştiren ülke konumundadır. Eğer yılda 30 bin civarında hemşire yetiştirebilirsek OECD ortalaması olan 100 bin kişi başına 40 hemşireye ulaşmış oluruz. Hemşire konusunda başı çeken ülkelerden İzlanda ve Danimarka’da 100 bin kişiye 80 civarında, Kore’de ise daha fazla hemşire mezun verilmektedir.

 


 

Meksika’dan sonra en yüksek yenidoğan ölüm oranına sahip ülke Türkiye

Sağlık durumunun önemli göstergelerinden biri olan yenidoğan ölüm oranları Türkiye’de 60’lı yıllarda 1.000 canlı doğumda 190 idi. 2002’de 31,5 iken istikrarlı bir şekilde azalmaya devam ederek 2005’te 21,3 ve 2011 yılında 7,7 oldu. Buna rağmen 4,1 olan OECD ortalamasının hâlâ üzerinde olduğu unutulmamalı. Meksika’dan (13,6) sonra en yüksek yenidoğan ölüm oranına sahip ülke Türkiye. Amerika 1.000 canlı doğumda 6,2 ölüm oranıyla Türkiye’ye en yakın değere sahip.

 

OECD ülkeleri arasında sağlığa en düşük oranda harcama yapılıyor

Türkiye’de toplam sağlık harcamasının gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYİH) oranı yüzde 6,1. Türkiye’de sağlık harcaması yüzde 9,5 olan OECD ortalamasının ve yüzde 9,0 olan Avrupa Birliği (EU 27) ortalamasının bir hayli altında. Türkiye, Estonya ile birlikte sağlığa en düşük oranda harcama yapan OECD ülkesi.

 

Türkiye, kişi başı 906 dolar harcama ile en az harcamayı yapıyor

Kişi başı yıllık sağlık harcamasında OECD ortalaması satın alma paritesine göre 3 bin 268 dolar iken, Türkiye önceki verilere göre kişi başı 906 dolar harcama ile en az harcama yapan ülke durumunda. Amerika’da ise kişi başı sağlık harcaması 8 bin 502 dolara ulaşmıştır. Diğer bir deyişle Amerika’da yılda bir kişiye harcanan para ile Türkiye’de 8 kişi sağlık hizmeti almaktadır. ABD, ekonomisine oranla en fazla sağlık harcaması yapan ülke konumunda. Toplam sağlık harcaması GSYİH’nın yüzde 17,7’sini bulmakta. Amerika’yı yüzde 11,9 ile Hollanda takip etmekte.

oecd
sağlık
istatistiklerine
göre
türkiye’nin
karnesi
zayıf
Yorum (3)
Vk
İstatistiklere mi inanalım yoksa sureklı atıp tutan devlet buyuklerimize mi
0
Cevapla
Frankie Bellevan
aklınız başınıza yeni mi geldi zaman gazetesi ? 10 yıl boyunca yollarda beraberce ne de güzel yürüyor,flört ediyor,al gülüm ver gülüm paslaşıyor paylaşıyordunuz. ama fazla endişe etmeyin daha önceleri olduğu gibi bu vartayı da atlatırsınız. geçmiş olsun.
0
Cevapla
www.aciamagercek.com
AMERİKA'YI NE ZAMAN KEŞFEDECEĞİZ? Bilim; sebep-sonuç ilişkisi kuran disiplinin adı ise, hasta eden sebepleri değiştirmeden hastalıkları önlemek mümkün değil. Bu ise, hasta eden yaşam tarzını sağlıklı şekle dönüştürmeyi görev edinen Milli Sağlık Akademisi, Halk Sağlığı Fakülteleri, Önleyici Tıp, Önleyici Kardiyoloji, Önleyici Onkolojinin kurulması demektir. Böyle bir organizasyon ülkemizde var mı? Neden yok? Neden kurulmuyor? Bu yüzden son 30 yılda Sağlık Bakanlığı Hastalık Bakanlığına dönüştü. Sağlıkta devrim, sağlık sisteminin sonuçlarla yani hastalıklarla değil, hastalıkları önleyen sebeplerle yani hasta eden yaşam tarzıyla uğraşan bir yapıya dönüşmesi demektir. Bu devrimle yılda 50 milyar doları aşan harcamaların azalması, hastalıktan beslenen sistemin çöküşü demektir. Hastalık lobisi buna izin verir mi? Sigaraya, alkole ve bizi hasta eden bir sürü sebebe harcanan milyarlarca doların tasarrufu kimin yararına, kimin zararına? Unutmadan söyleyelim; hastalıklara yol açan riskleri satanlara ve bu riskleri alanlara yalvararak hastalık üreten yaşam tarzını ve hastalıkları önleyemeyiz. Sigara, alkol, aşırı kalori ve tuzlu gıda tüketenlerin hasta olma riski ve hastalık harcamaları, bunlardan uzak duranlardan katbekat fazla. Bu nedenle hastalık üreten yaşam tarzıyla kendini hasta edenlerin masraflarını sağlığına dikkat edenler yani hastalık yapan risklerden uzak duranlar ödüyor. Suyu getirenle testiyi kıranların eşitlendiği haksız bir dünyada yaşıyoruz. Halbuki hastalıkları önlemenin birinci yolu, risklerden uzak duranları cezalandırmak değil ödüllendirmek olmalıdır. Sağlıklı yaşamayı yani sağlığı korumayı teşvik etmek için ABD meclisi yeni bir yasa çıkardı. Kişiler, sağlığını koruyacak şekilde yaşam tarzını değiştirirlerse, kişi başına 400 dolara kadar ödül alacaklar. Bu yasanın, ABD’nin devasa sağlık sorunlarının çözümüne katkıda bulunacağı düşünülüyor. Bu yöntemi yıllardır söylüyoruz ama Amerikan vatandaşı olmadığımız için kimse takmıyor. Bilim ve aydın dünyamız bile yabancıların ağzına bakıyor. İnşallah bizde de uygulanmaya başlanır da sağlığı korumak özendirilmiş olur. Nasıl olsa bu yöntem Amerika’da bilimsel olarak onaylandı. Kendi bilim insanımızın fikir ve önerilerini ne zaman dikkate alacağız? Hastalıkları önlemenin ikinci yolu ise kendini bilerek hasta edenleri caydırmak olmalıdır. Hastalık risklerinden uzak duranlar, bu risklere çanak tutanların hastalık harcamalarını neden ödesin? Kim kendini hasta etmek için çalışıyor ve bunu da özgürlük olarak anlıyorsa faturayı kendisi ödemelidir. Hastalıkları önleyen ve sağlığı koruyan sistem bu temel üzerine kurulmalıdır. Yani riskleri davet edenler, risklerin sonucuna katlanmalıdır. Ancak bu yolla sosyal güvenlikte hak ve adalet korunurken, hastalıklar önlenir ve sağlıklı toplum olabiliriz. Taşıt üzerinde anahtar unutanlar, çalınan taşıtın parasını kaskodan alabiliyor mu? Dikkat edenler, unutanların parasını niye ödesin? Bu yöntem nedeniyle taşıt çalınması en aza inmiş bulunuyor. Kaldı ki, sigara, alkol, aşırı tuzlu ve kalorili gıdaları zevk için tüketenler, unuttuğu için değil bilerek bu riskleri davet ettiği için sonucuna da kendileri katlanmalıdır. Peki ‘hastalıkları azaltan ve sağlığı koruyan sistem’ nasıl çalışacaktır? Hastalık yapan riskleri satın alanların hastalık harcamaları, bu risklerden uzak duranlardan 10 kata kadar yüksek olduğu için, bu fazladan harcamaları karşılayan 'Hastalık fonu' kurulması gerekiyor. Bu fonun iki kaynağı olacaktır; Bu riskleri satanlar ve bu riskleri satın alanlar. Örnek olarak dev sigara tekelleri ve sigara içenler bu fona para aktarmak zorundadır. Sigaranın fiyatı 5 TL ise, 10 TL hastalık fonu için kesilecek, ayrıca dev sigara tekelleri, ABD’ye ödediği 246 milyar doların beşte biri kadar parayı, hastalık tazminatı olarak bu fona aktaracaktır. Bilim, sebep - sonuç ilişkisi kuran disiplinin adı ise, kötü sonuçlara yol açanların bunun tazminatını ödemesi gerekir. Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin fiyatı cezbedici değil, caydırıcı olmalıdır. (1999’da ABD’de sigara şirketleri sağlık masrafları için 25 yılda 246 milyar dolar ödemeyi kabul etmişti. Kanada’nın Quebec eyaleti sigara üreticisi şirketlere 58 milyar $’lık dava açtı. Eyalet yönetimi sağlık harcamalarını sigara üreticilerinden tahsil edecek) Benzer şekilde obesite, diyabet, metabolik sendrom, hipertansiyon, kalp… gibi bir düzine hastalığa yol açan sağlığa zararlı şekerli, tuzlu ve yağlı gıdaları satanlar, çok ucuz olduğu için yüzlerce gıdanın içine giren GDO’lu mısır şekerini satan küresel şirketler ve bütün bunları tüketenler, hastalık fonuna tazminat ödemek zorundadır. Hastalık lobisine dokunmadan hastalıkları önleyemeyiz. Hastalığa yol açan risklere, çevreyi yaşanmaz hale getiren kirli sanayi ile zehir saçan halk otobüsleri de dahildir. Halkı enayi yerine koyan yeşile boyama, riskleri azaltmıyor. Özetle hastalıklar içinde kıvranan zavallı ülkeler, çok basit ve ucuz yöntemlerle hastalıkları önleyebilir ve sağlıklı toplum olabilir. Gerek toplumda gerekse karar vericilerde bu bilincin oluşma maliyeti ise çok düşüktür. Ama ucuz yöntemler sosyetemizi bozuyor. Bu nedenle önce hasta olup, sonra tedavi oluyoruz. Sanki hasta olmak marifet, tedavi olmak lütuf! Bu nedenle modern hastanelerde, ileri teknolojiyle teşhis ve tedaviyle övünmeye devam ediyoruz. Hastalıklarla beslenen canavarın buna ihtiyacı var. Sağlıklı yaşamak mümkün değil mi? Tabii ki mümkün. Ancak dizilerden, maçlardan, geyik mevzulardan kafamızı kaldırıp birazcık hayatımızla ilgili konulara zaman ayırmamız gerekiyor. Anlattığımız yöntem palavra değildir, konunun uzmanları bilir. Bir kere daha anlatalım: 1948’de ABD kongresi patates zararlısı için 500 bin dolar ayrılmasına karar verdi. Savaş sonrası patates önemliydi. Ancak savaş bitmesine rağmen savaşta ölenden daha fazla Amerikalıyı öldüren gizli düşmanı araştırmak için de bütçeye 500 bin dolar gibi küçük bir para konuldu. İşte meşhur FRAMİNGAM araştırması böyle başladı. 13 yıl sonra bu araştırmanın ilk sonuçları yayımlandı: ABD’nin yeni düşmanları belli olmuştu: Bunlara karşı amansız bir savaş açıldı. Kalp ve damar hastalıkları ve buna bağlı ölümler bu mücadele sonucu yüzde 53 azaldı. Bu savaş, diğer savaşların aksine ABD’ye her yıl 200 milyar dolar kazandırmış oldu. Bilimin gücü işte bu: yarım milyon dolar gibi küçük bir parayla yapılan araştırma, her yıl bire 400 bin kazandırıyor. Her yıl bu kadar kazandıran başka bir yatırım daha var mı? Koyduğunuz bir yatırıma karşılık bin değil, 400.000 mislini kazanıyorsuz. Ayrıca da sağlık ve hayatınızı. Ne kadar karlı ve akıllı bir yatırım değil mi? Ayrıca her iki mezardan biriyle her iki hastaneden biri açılmadan kapanıyor. Demek ki kazanmak için önce hasta olmak, sonra da hastanelerde ömür tüketmek ve mezar doldurmak gerekmiyor. Kalp ve damar hastalıkları ve buna bağlı ölümleri yüzde 53 azaltan yöntemleri uygulamak yeterli. Ama gel de anlat. Bilimsel, mantıklı, ucuz ve kolay yöntemler sosyetemizi bozuyor. Hastalıktan sürünmeye ve ölmeye mahkumuz.
0
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir