Medimagazin logo

Torba Kanunun tıp hukuku yönünden değerlendirilmesi

Medimagazin Köşe Yazarı Prof.Dr.Hakan Hakeri yazdı....
Torba Kanunun tıp hukuku yönünden değerlendirilmesi
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Sağlık Bakanlığını ilgilendiren alanlarda değişiklik öngören torba kanun TBMM’de görüşülerek kabul edildi. Genel Kurulda kabul edilmiş olmak, o hükümlerin aynen kanunlaşacağı anlamına gelmemektedir. Zira Cumhurbaşkanının kanunu iade etmesi ve bilahare değişiklik yapılması ihtimali bulunmaktadır. Bununla beraber, büyük değişiklikler olmayacağı düşüncesiyle,Medimagazin’in yayımladığı tasarı[1] üzerinden konuyla ilgili görüşlerimi aktarmak istiyorum.

 

Belirtmem gerekir ki, başlıkta da ifade ettiğim gibi tasarının sadece tıp hukukunu ilgilendiren kısımlarıyla ilgili yorumlarda bulunacağım. Buna karşılık, tam gün, sözleşme, mecburi hizmet, teşkilat yapısı, döner sermaye vs. gibi daha çok sağlık hukuku kapsamındaki konularla ilgili bir değerlendirme yapmayacağım.

 

Taslaktaki önemli bir değişiklik, tıp hukukumuzda ilk defa 663 sayılı KHK ile getirilen hasta ile hekim arasındaki uzlaştırma müessesesinin kaldırılmış olmasıdır. Bu kurum uygulamada hem işlememişti hem de esasen Anayasa’ya da aykırı idi[2].

 

Tasarıda acil tıbbi müdahalelere ilişkin de yeni bir hüküm sevk edilmiştir:

 “Türk Silahlı Kuvvetlerinin muharip unsurlarından ve Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekat Dairesi Başkanlığının merkez ve taşra teşkilatı personelinden, görevlendirilen ve ilgili eğitimi başarıyla tamamlayanlar, görev yaptıkları süre ve görevle sınırlı olmak üzere, sağlık personeli yokluğunda, sağlık hizmetine ulaşıncaya kadar acil tıbbî müdahaleleri yapmaya yetkilidir. Söz konusu personelin yetki ve sorumlulukları ile bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, İçişleri Bakanlığı, Millî Savunma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığınca müştereken hazırlanacak yönetmelikle düzenlenir.”

 

Bu hüküm esasen gereksiz bir hüküm. Zira gerek Türk Ceza Kanunu ve gerekse Medeni Kanun hükümlerine göre bu tür durumlar zorunluluk hâlidir ve bırakın Türk Silahlı Kuvvetleri veya özel harekât mensubunu, herhangi bir kişi dahi bu tür hâllerde müdahale yapabilir.

 

Tasarı ile Organ ve Doku Nakli Kanunu da 32 yıl sonra ilk defa değiştirilmektedir:

 “MADDE 11- Bu Kanunun uygulanması ile ilgili olarak tıbbî ölümün gerçekleştiğine, biri nörolog veya nöroşirürjiyen, biri de anesteziyoloji ve reanimasyon veya yoğun bakım uzmanından oluşan iki hekim tarafından kanıta dayalı tıp kurallarına uygun olarak oy birliği ile karar verilir.”

 

Bu hüküm ile dünyada Hindistan dışında sadece bizim kanunumuzda olduğu ifade edilen tıbbi ölümün dört hekim tarafından belirlenmesi şartı iki hekime indirilmiş olmaktadır. Ayrıca, önceki kanunda yer alan “bilimin ülkedeki seviyesi” ifadesi yerine “kanıta dayalı tıp” ölçütü getirilmiş bulunmaktadır.

 

MADDE 42- 2238 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “veya beyan” ibaresi “ibraz edilmedikçe”, beşinci fıkrasında yer alan “ve adli kovuşturma ile ilgisi olmayan” ibaresi “ölü muayenesi veya otopsi işlemi tamamlanmış” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“Tıp eğitimi için gerekli olan kadavranın yurt içinden yeteri kadar temin edilememesi hâlinde, kadavra veya kadavra parçası, soykırım ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar yoluyla ölmüş kimselerden temin edilmemiş olması kaydı ile yurt dışından temin edilebilir. Kadavra veya kadavra parçası temini ile yurt dışından kadavra temin edecek kişi veya kuruluşların yetkilendirilmesine dair usul ve esaslar Sağlık Bakanlığınca belirlenir.”

 

Bu hüküm ile de uygulamada kornea nakli bakımından rıza aranmamasına rağmen yaşanan sorunlar aşılmaya çalışılmıştır. Böylece isabetli bir hüküm getirilmiş olmaktadır. Ülkemiz son yıllarda binlerce kornea ithaline başlamıştı. Her kornea için 3000 Amerikan Doları ödendiği ifade edilmektedir. Bu suretle, bu sorunun çözüleceğini ümit ediyorum.

 

Esasen Organ ve Doku Nakli Kanunu’nda yapılması gereken çok esaslı değişiklikler de bulunmaktadır. Ancak bu değişikliklerin, Sağlık Bakanlığının Avrupa Birliği ile yürüttüğü organ ve doku nakline ilişkin projenin tamamlanmasıyla yapılacağını tahmin ediyorum.

 

Gezi Parkı olaylarıyla ilişkilendiren bir hüküm ise şöyledir:

 “EK MADDE 11- Sağlık hizmeti sunumu ile ilgili tüm iş ve işlemler Sağlık Bakanlığınca denetlenir.

Olağanüstü durumlarda mesleğini icraya yetkili kişilerce acil sağlık hizmeti ulaşana ve sağlık hizmeti devamlılık arz edene kadar verilecek olan sağlık hizmeti hariç, ruhsatsız olarak sağlık hizmeti sunan veya yetkisiz kişilerce sağlık hizmeti verdirenler, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.

 

Bu hüküm, evrensel normlara ve tıp hukuku ilkelerine uygundur. Ayrıca, ruhsatsız sağlık hizmeti veya yetkisiz kişilerce sağlık hizmeti verdirilmesi çok genel olarak, bütün sağlık hizmetleri ve meslekleri bakımından yaptırım altına alınmış bulunmaktadır. Yukarıda da belirttiğim gibi, acil hâller bakımından zaten mevzuatımız bu tür müdahalelere imkân tanımaktadır. Belirtilen istisna gereksiz olmuştur.

 

Şiddet olayları nedeni ile getirilen yeni bir düzenleme ise şöyledir:

 

EK MADDE 12- Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100 uncu maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında tutuklama nedeni var sayılan suçlardandır.

Özel sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personel, bu görevleriyle bağlantılı olarak kendilerine karşı işlenen suçlar bakımından 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun uygulanmasında kamu görevlisi sayılır.”

 

Belirtmek gerekir ki, bu hüküm şiddete karşı mucizevi bir formül getirmemektedir. Sonuçta tutuklama yine hâkimin takdirindedir. Yani bu hükmün içeriğinden ziyade sembolik bir etkisi olacağını düşünüyorum. Buna karşılık özel sağlık kuruluşlarında görev yapan personelin de kamu görevlisi sayılması, bu kimselere yönelik şiddetin ve hakaretin de ağır cezalandırılmasını sağlayacağından isabetli olmuştur.

 



[2]Bkz., Hakan Hakeri. Tıp Hukuku. 7. Baskı. Ankara 2013. s. 654.

torba
kanunun
tıp
hukuku
yönünden
değerlendirilmesi
Yorum (7)
himmetdede
Sayın prof hakeri, Çağdaş demokratik ülkelerde yaslar meclis önyargıyla,dediğim dedik anlayışıyla hazırlanmaz ve oldu bitti şeklinde oylamayla geçirilmez. 1-yasa sanki muayenehanesi olan 700-1000 kadar öğretim üyesini cezalandırma anlayışıyla adeta bir 'idefiks' gibi bir öncesi sağlık bakanından başlayan bir süreçin yeni bakan tarafından noktalanması amacı gütmektedir. 2- araya hukukla ve anaysayla bağdaşmayan dolgu maddeleri eklenerek torba 'yamalı bohçaya' dönüştü. 3- tıp ve diş hekimleri öğretim üyelerine yasak olan mesai sonrası serbest mesleki faaliyet, hukuk,mühendislik,iktisat,işletme,mimarlık gibi diğer dallardaki öğretim üyelerine serbesttir. Anayasa eşitlik maddesine aykırıdır. tıp öğretim üyelerine negatif ayırımcılıktır 4- mesai sonrası özel muayehane yasak iken özel hastada çalışmak serbesttir. bu tamgün felsefesi ile çelişki arz etmektedir 5-kamuda görevli çok sayıda kurum hekim ve diş hekimi döner sermaye gelirinden yoksundur. sadece maaşa bağımlıdır. 6-sünnetçiyi yasaklamak bizim gerçeğimizle uyuşmaz. 5 milyon sünnet çağında çocuk nufusu olan ülkede kırsal kesimde urolog ve çocuk cerrahı bulmak mümkün değildir ve her sünnete yetişecek cerrahi hekim de yoktur. 7- tıp fakültesi ve uzamnlığını makedonya, varna,azerbeycan da yapan TC vatandaşı hekim Türkiye'de çalışmak isterse 'mecburi hizmetten' niye muaf tutulmaktadır?... ve bunun gibi diğer ayrıntılar... Sonuçta, bu yasa sadece 'paragöz' universite hocasının muayenehanesini kapattırma önyargısının ötesinde; hukuksuz,adaletsiz , anayasa ve ülke gerçeklerine zıt çok sayıda madde d içermektedir. Sayın Cumhurbaşkanı'ın ülkenin içinde bulunduğu bu çalkantılı dönemde yeni bir tartışma ve kutuplaşmaya yol açacak bu kanunun Meclise iade edeceğine olan umudumuzu korumaktayım.
0
Cevapla
dr
Sayın himmetdede yorumlarınızın çoğuna katılıyorum, ancak öğretim üyeleri arasında ki adaletsizliği vurgularken öğretim üyeleri ne serbest olan özel hastane hakkının veya daha önce serbest olan muayene hakkının diğer doktorlara tanınmamasını yazmamanızı doğrusu yadırgadım. Bence bu söylediğim de anayasanın eşitlik ilkesine aykırı...
0
Cevapla
kaan Ç
Serbest avukatlık yasaklanmalı.Avukatlar ancak 10 trilyon sermayeli şirketlerde hizmet vermeli.Ne dersiniz!!Ancak adalet sağlanır sevgili prof
0
Cevapla
hikmet
Sayın himmetdede rumuzlu hocam, bu yasanın tamgüm yönünden yeni bir tartışmaya ve kutuplaşmaya yol açacağını pek sanmıyorum. olsa olsa muayenehaneci öğretim üyesi azınlıkla diğer hekimleri ( muayenehanesi olmayan öğretim üyelerini, eğitim hastanesi eğiticilerini, uzmanları, kurum hekimlerini, aile hekimlerini, pratisyenleri) birleştirir. mecburi hizmet kısmı ise bence de yanlış olmuş, Türkiye'ye hekim çekmek amaçlı ise (?) pek avantaj sağlayacağını sanmıyorum.
0
Cevapla
himmetdede(2)
ben tüm hekimlerin muayenehane hakkını savunuyorum, sadece öğretim üyelerinin değil..kamu ve üniversitede performans sistemi dışında her hekim muayenehane açabilmeli. kısa tarih: 1-sağlık bakanlığı kamu hastanelerinde performans-muayehane tercihi sundu. kamudaki hekimlerin %70'i gönüllü olarak muayenehanesini kapattı. direnen olmadı. çoğu memnun oldu. muayenehane ile uğraşmaktansa basit fizik muayene ve işlemlerle performans doldurup net 6-7000 TL alırız dediler. 2-2007'de tüm hekimlerin muayenahane açması yasaklandı. chp sadece öğretim üyeleri için AYM'sine başvurdu. nedeni (?) a) kamu hekimleri lobi oluşturamadı b) o dönem için akp'nin "size hekim sunmamızı chp engelliyor" propagandasından çekindi c) öğretim üyeleri lobi yaptı. 3-AYM öğretim üyelerine muayenehaneyeni serbest bıraktı. İşte bu 'torba yasa' bu süreçin devamı. asıl amaç öğretim üyesine muayehaneyi kapattırmak. diğer maddeler 'torbaya tıkılan' ve torbayı bohçaya çeviren ek maddeler.
0
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir