Klinik uygulamalarda hata iddiasıyla hekimlere karşı açılan tazminat davalarının sayısı her geçen gün artıyor. Tıp hukukun gelişmesiyle birlikte aydınlatılmış onam gibi kavramlar daha da önem kazanıyor. Doktorları karşılarına çıkabilecek cezai davalardan koruyan ve hastaların tedavi için kendi kararlarını verebilmeleri sağlayan bu kavram, büyüyen bir tehlike olabilir mi?
‘’Hastalar durumları ve tedavi riskleri hakkında bilgilendirilmek istiyor’’
Oxford Üniversitesi Yayınları yazarlarından James F Childress’ın ‘’Journal of Medical Ethics’’ dergisinde yayımlanan ‘’Sağlık Hizmetlerinde Paternalizme Kim Karar Vermeli? ‘’ başlıklı makalesine göre, hastalar durumları ve tedavi riskleri hakkında bilgilendirilmeyi, ancak zor kararlarda kendi düşüncelerinin de alınmasını istiyor.
Hastaların dini ve kültürel tereddütleri, kişisel korkuları ve bilgi yetersizlikleri nedeniyle tedaviyi reddedebildiklerine değinen Childress, bu durumun ötenazi, kürtaj, taşıyıcı annelik, çocuk ve akıl sağlığı yerinde olmayan hastalarda tartışmalara neden olduğunu belirtiyor.
İnsan hayatının yüceliği ve bireylerin kararları arasında bir değerlendirme yapılması gerektiğinin altını çizen Childress, “Malpraktis başlığı altında yoğunlaşan sigortaların ve cezai yaptırımların ağır şartları hekimlerin klinik uygulamalarda endişelenmesi ve her işlem için aydınlatılmış onam formu imzalatmalarına sebep oluyor. Bu algı kırılmadıkça, hasta-hekim arasındaki ilişki iyileştirilmediği sürece hastanın kararı mı, doktorun korunması mı, insan hayatının önemi mi karmaşası devam edecek gibi görünüyor.’’ ifadelerini kullanılıyor.
‘’Sağlık profesyonellerinin teşhis ve tedavide ahlaki bir bağ oluşturuyor’’
Western Michigan Üniversitesi’nden Hannah Webb’in, Batı düşünce sistemi çerçevesinde gelişen modern tıbbın dini uygulamalar ve kültürel inançlarla nasıl çatışabileceğini ele aldığı ‘’Tıpta Kültürel Çatışma: Paternalizm ve Hasta Kararı Arasındaki Etik Tartışma’’ başlıklı çalışmasında, bilim ile gelenek arasında meydana gelen çatışma sonucunda doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık profesyonellerinin teşhis ve tedavi görevlerini yerine getirmek için ahlaki bir bağ oluşturduğunu söylüyor.
Araştırmada; Amerika, Uzakdoğu ve Avrupa’da kullanılan tıbbi tedavi yöntemlerini karşılaştıran, hastanın hayatının kurtarılması için ideal kararın hastaya mı yoksa yetkili kişiler mi bırakılması gerektiğini ele alan Webb, sağlıkta yasal gereklilikler, bireysel özerklik ve etik davranışlar arasında bir denge kurulması gerekiyor.
Kişilerin kendi kararlarına bırakılması nedeni ile ölümle sonuçlanan ve dünya basınında uzun süre yer alan bazı olaylar…
‘’Avustralya’da 6 Nisan 2015 tarihinde 28 yaşındaki lösemi kanseri hamile bir kadın, inançları doğrultusunda kan transfüzyonunu ve kemoterapiyi reddetti. Yehova Şahidi olan kadın ve karnındaki bebeği hayatını kaybetti.’’ (Dailymail)
‘’Kanadalı Éloïse Dupuis 12 Ekim 2016’da Hôtel-Dieu de Lévis Hastanesi’nde sezaryen ile doğum yaptıktan sonra inancı gereği kan transfüzyonunu kabul etmediği için kanamadan dolayı hayatını kaybetti. Çocuğu ise yaşıyor.’’ (Cbcnews)