Medimagazin logo

Türkan Saylan :Mecburi hizmet için kavga değil, çözüm üretme zamanıdır

Hekimlerimiz, sağlık hizmetlerinin çözümü için kapsamlı proje ve planlar üretmek yerine sadece, siyasilerin hazırladığı ve çoğu zaman da yanlış olan politikalara anında tepki vermekle yetiniyor
Türkan Saylan :Mecburi hizmet için kavga değil, çözüm üretme zamanıdır
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol
Çözüm üretme zamanıdır

Hekimlerimiz, sağlık hizmetlerinin çözümü için kapsamlı proje ve planlar üretmek yerine sadece, siyasilerin hazırladığı ve çoğu zaman da yanlış olan politikalara anında tepki vermekle yetiniyor.

'İnsan sağlığı' belki de yeryüzünün en önemli oysa en çok 'karmaşa' yaşanan konusu. Uzun yıllar, ülkenin taşını, toprağını, insanını okşayabilmiş, her köşeden fışkıran güzelliklerle yoksunlukları, olması gerekenle, neredeyse inadına yapılmayanı gözlemiş, çözümler düşünmüş, birazını olsun denemiş bir sağlıkçı olarak, gelinen 'çelişkiler yumağı' inanılmaz şekilde canımı acıtıyor.


Bağımsızlık özlemlerimizin, Cumhuriyetimizin, çağdaşlaşmanın temel harcını oluşturan hekimlerimiz, 21. yüzyılda, neden hala ülkemizdeki tüm insanların hakkı olan sağlık hizmetlerinin çözümü konusunda gerçekçi bir plan ve projeyi topluma, halkın tartışmasına ve gelip giden siyasal iktidarlara kabul ettirme çabası yerine, salt yapılan, çoğu da yanlış olan her şeye anında tepki göstermekle, yani tıpkı yıllardır muhalefet partilerimizin yaptıklarının benzerini yapmakla yetinirler?


Sevgili Nusret Fişek hocamızın mimarı olduğu, 'Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası' (karar 1961, başlanışı Muş 1963, yaygınlaşması 1983) gereğince ve zorunlu hizmetin varlığıyla, ülkemizin dört bir yanına dağılmış, geceleri ışıkları parıldayan, donanımlı sağlık ocakları, gözleri parlayan hekim, ebe, hemşire ve memurlarıyla, benzini verilen, tekerleri patladıkça yamanan ama yol alınan araçlarıyla bambaşka bir görünümdeydi güzel Anadolumuz bir zamanlar. Neredeyse nostaljiye döndü bu izlenimler, sanki fotoğraflarda kaldı her şey.

Hatıralar, hatıralar
1983'lerde Van'ın Çaldıran ve Muradiye'sindeki, deprem sonrası yapılmış, inanılmaz sağlamlık ve donanımdaki prefabrik sağlık ocaklarını, orada hizmet için, ETF doldurmak ve aşıları yapmak için çırpınan ekibi, askeriyeden alınan ranzalarda yatarak gündüzleri köylere dağıldığımız genç sağlıkçılarımızla yaşadıklarımızı, içimize işleyen yurt sevgisi ve yurt hizmeti coşkusunu, sac kavurma yiyişimizi, geceleri sabahlara kadar, kan ter içinde keçe üretilen doğal işlikte yünlerin sanat eserine dönüşünü izleyişimizi, dağ köylerimizdeki cinayetler sonrası bitişik odada, genç hekimin otopsi nedeniyle testereyle kafa kemiklerini keserken yandaki odada uyumaya çalışan stajyer hekim öğrencilerin tir tir titreyişini, ayrılırken, eline bir bohça alıp peşimize takılan köy çocuğunu, taramaya gittiğimiz bir köy için 'burası eşkıya köyüdür' denildiğini ve duvardaki silahların fonunda eşkıyamızla fotoğraf çektirdiğimizi, yer sofrasındaki patates üzerine kırılmış mis kokulu yumurta ziyafetlerini ve daha neleri neleri unutmak olası mı?


Şimdilerde orta yaşlara gelmiş bu öğrencilerimizden 'Yaşamımızın en anlamlı ve öğretici günleriydi onlar.' yorumunu alınca, doğru şeyler yaptığımızın sağlaması oluyor kanımca!


'Mahrumiyet bölgesi' ne demek?

Bir ülkenin her yanı eşit kalkınmışlıkta olmayabilir ama 82 yıllık Cumhuriyetimizin her köşesini yaşanabilir, gidilebilir kılmak bizim asal görevimiz değil midir? Ne demiş büyük şair: Sen yanmasan, ben yanmasam... Bir de bize ilkokullarda öğretmişlerdi: Orada bir köy var uzakta... Gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüzdür... Herhalde dalga geçmişler bizlerle. Evet, işte gitmeye gelmeye ülkemizin bir yerlerini 'mahrumiyet bölgesi', 'sürgün yeri' diye damgaladık durduk.
Hangi insan ülkesini, toprağını, bölgesini suçlar, bu olumsuz nitelemeleri kullana kullana yerleştirir? Hâkimi, savcısı, askeri, öğretmeni tıpış tıpış giderken, hekimi zulüm sayar oralara gitmeyi?
'Mahrumiyet bölgeleri'ni biz kendimiz yaratıyoruz. Gitmemekle, gidince hizmet etmemekle, her şeyi kötülemekle, aldığımız eğitimi hemen paraya dönüştürme hırsıyla, gönderilir gönderilmez dönüş yollarını aramakla...


Koruyucu sağlık hizmetleri

Sağlıkçılar olarak eğitimlerimiz sırasında, I. basamak sağlık hizmetlerinin yani, aile planlaması, sağlıklı doğum, beslenme, temiz su, aşılanma, yara bakımı, olağan çocukluk ve enfeksiyon hastalıklarının atlatılması gibi herkese öğretilebilir önlemlerle insan sağlığının büyük oranda 'iyi' kalabileceğini ve en önemli bölüm olduğunu öğreniriz.
Tedavi edici sağlık hizmetleri ise ufak bir yüzdedir. İyi donanımlı, iyi planlanmış, uzmanlı merkez hastanelerle çözümlenir. Ama para kazanma söz konusu ise öncelik buradadır.

'Müşteri' denen hastaya yüzlerce belki de gereksiz, pahalı tetkiki yapıp firmaların armağanlarını almak, bıçak parası pazarlıkları etmek, gerekli olup olmadığı kuşkulu ameliyatlar, muayenehane tezgâhları gibi hekimlik onurunu zedeleyici binlerce olay işte tam da bu noktada devreye girer ve hepimizi töhmet altında bırakır.


Siyasal iktidarlar ki, neredeyse 40 yıldır izleyegeldim, I. basamak sağlık hizmetlerini pek sevmezler. 'Sosyal' sözcüğü yıllarca 'komünizm' yerine konuldu. 'Ücretsiz hizmet' yanlış bulundu. Her iktidar, hatta aynı iktidarda her bakan, bir önceki sistemi ve yenilikleri(!) kötüleyip sildi, kendi reformlarını(!) getirdi, her şey yarım kadı ve hiçbir sorun çözümlenmedi.

Örgütlerimiz ise, yapılan her şeye karşı çıkarak, kendi aralarında da uzlaşamayarak var olageldiler. Oysa ben, tüm sağlıkçıların, hekimi, hemşiresi, teknisyeni ve yöneticisiyle, ilgili STÖ'leriyle, devlet sorumlularıyla bir arada, sosyal bir devlet olan Türkiyemizde, 'Sağlık Sorunlarımız nasıl çözümlenir?' sorusuna gençlerce yanıt oluşturulmasını istiyorum. İktidarı eleştirmek en kolay şey, pekiyi ama sen ne katacaksın bu çorbaya. İnsanımızı sağlıklı kılmak için yüreğinden, beyninden, emeğinden ne vereceksin? Ülkenin, sana konfor sağlayamayan yörelerinin adını 'sürgün yeri'ne, 'mahrumiyet bölgesi'ne çıkarmada senin rolün yok mu? Orada doğarken ölen analarda, bebelerde senin sorumluluğun yok mu? Bunu nasıl temizleyebileceksin?
Yıllar yıllar önce, Sağlık Bakanlığı müsteşarlarından biri bana, "Gel kızım sana bu işin hikayesini anlatayım" demişti.


"Cumhuriyet'le birlikte her hekim mezun olunca, kurasını çeker, birkaç yıl için Anadolu'ya giderdi. Sayının azlığı dışında sorun olmazdı. Zamanla, üst düzey siyasilerin çocukları da bu noktalara geldiler. Hatta falanca tarihte falanca kişinin oğlu zorunlu hizmete gitmesin diye bu kural kaldırıldı... Yıllar sonra yine kondu, yine aynı nedenlerle kaldırıldı... Bilesin ki bu işler akıl, mantık ve gereksinime göre değil, güce, nüfuza göre yap boza dönüşüyor..."
Son zorunlu hizmet döneminde süre, ki benim tanıklığımı kapsar, mezun olunca iki yıl, uzman olunca iki yıl idi. TUS'a ancak pratisyenliğin son döneminde başvuruluyordu. Birçok genç hekim buna uydu, altyapıları güçlü orta yaşlılar olarak bugün hepsi acı-tatlı anılarıyla, kendilerine çizdikleri yolda ilerliyorlar.
Ortak çözümler üretebilmek
O dönemin yozlaştırılıp yok edilmesi de, alınan raporlarla, dost ahbap bulup il merkezlerinde görevlendirilmelerle ve sonunda, müsteşarın tanımladığı nedenlerle yok edilip noktalandı. Şimdilerde, fakültenin son iki yılı TUS çalışmalarıyla geçiyor ve öğrenci, gerçek hekimliğin, pratisyenliğin tadını tatmadan, altyapısını geliştirmeden, tek bir uzmanlığı hedefleyip, tek bir organa odaklanıyor, kazanamazsa da, dünya başına yıkılıyor.


Görevimiz her şeyi bozup, yenilik diye, reform diye temelsiz ve tutmayacak kurallar getirmek yerine, her etmeni ayrı ayrı ve birlikte düşünerek, ilgili her kesimin, ülkenin dört bir yanında özveriyle görev yapan yöneticilerin, halkın temsilcilerinin, sivil toplum örgütlerinin üniversitelerin (ah toplumdan ve gerçeklerden fildişi kulelere sığınmış o üniversiteler, benim üniversitelerim!) katılımı ile ve de gerçekler, gelir düzeyleri, üretimler, beklentiler, iklim koşulları vb. dikkate alınarak ortak çözümler üretebilmektir.


Sakıncalı sözcükler
Kanımca, halen geçerliliği süren sosyalizasyon yasası, ahırlara dönüşmüş sağlık ocakları ve ışıkları sönmüş sağlık merkezleri asıllarına dönmeli, donanmalı, halk sağlığı birimlerine yeniden ulaşmalıdır.
Zorunlu hizmet, sağlıkçıların, hekim adaylarının kendilerini bulacakları, özgüven ve insan olma bilinci kazanacakları bir ideale dönüşmeli, 'sürgün yeri', 'mahrumiyet bölgesi' deyimleri sözlüklerden çıkarılmalıdır.


Zorunlu hizmet tıp fakültelerinden ve uzmanlıklardan mezun olanlar için salt birer yıl, kendi yaşamlarını kurmadan, sabitlemeden rahatça yapılabilecek bir görevdir. Politik karşı çıkış yerine doğru ve gerekli olanı seçmek bizim asıl görevimizdir. Genç sağlıkçılarımıza, ülkelerini, insanlarını tanıma, onlara, toprağa dokunma, bu bilgi ve deneyimlerle genel olarak ülke sorunlarına çözüm üretme ve karar mekanizmalarına geldiklerinde, salt oy kaygısıyla popülizm yapma yerine gerçek ve sonuç alınabilecek kararları alabilme olanağı tanımalıyız.


Tam da ithal hekim önerileri ortalıkta dolaşırken, bu ülkenin yurttaşları olmanın onurunu taşıyan tüm sağlıkçılarımızı, insan sağlığı konusunda somut, uygulanabilir çözümler üretmeye davet ediyorum.

Prof. Dr. Türkan Saylan-Radikal
türkan
saylan
:mecburi
hizmet
için
kavga
değil
çözüm
üretme
zamanıdır
Yorum (1)
hüseyin sarı
Bu kitap,yazarın 2006 yılında basılan,dilimize çevrilen kitabından farklı mı?
0
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir