Medimagazin logo

Sağlık Bakanı Recep Akdağ hekimleri ilgilendiren konularda Medimagazin'e açıklamalarda bulundu

<b>Mecburi hizmet:</b><br />TTB bana her yıl 3 bin gönüllü hekim getirsin, ben bütün o kanunların tamamını ortadan kaldıracağım. Hiçbir zorunluluk getirmeyeceğim <br /><br><br /><b>Şef ve şef yardımcılığı:</b> <br />Bir tıp fakültesi dekanı, anabilim dalı başkanlarını atayabiliyorsa ben de Sağlık Bakanı olarak şef ve şef yardımcılarını atayabilmeliyim <br /><br><br /><b>Hekim açığı:</b> <br />Türkiye&#8217;de yıllardır hekim fazladır düşüncesini pompaladılar. Bu ülkenin oksijen gibi, ekmek gibi, su gibi hekim ihtiyacı var dememiz gerekiyor<br /><br><br /><b>Döner sermaye:</b> <br />Maliye Bakanlığı&#8217;nın yaptığı kanunda 2007&#8217;nin sonunda döner sermayelerin ortadan kaldırılacağı hükmü var, ancak sağlık sistemi bunun dışında tutulacak <br /><br><br /><b>Aile hekimliği:</b><br />Aile hekimliğinin koruyucu sağlık hizmetlerini aksatacağını söyleyenler, bu işi bilmeyenlerdir <br /><br><br /><b>Başhekime destek: </b><br />Ben çok sık hastane ziyaretleri yaparım. Beni, basının karşısında meslektaşlarımı rencide edici bir pozisyonda hiç gördünüz mü?
Sağlık Bakanı Recep Akdağ hekimleri ilgilendiren konularda Medimagazin'e açıklamalarda bulundu
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol
Mecburi hizmet:
TTB bana her yıl 3 bin gönüllü hekim getirsin, ben bütün o kanunların tamamını ortadan kaldıracağım. Hiçbir zorunluluk getirmeyeceğim


Şef ve şef yardımcılığı:
Bir tıp fakültesi dekanı, anabilim dalı başkanlarını atayabiliyorsa ben de Sağlık Bakanı olarak şef ve şef yardımcılarını atayabilmeliyim


Hekim açığı:
Türkiye’de yıllardır hekim fazladır düşüncesini pompaladılar. Bu ülkenin oksijen gibi, ekmek gibi, su gibi hekim ihtiyacı var dememiz gerekiyor


Döner sermaye:
Maliye Bakanlığı’nın yaptığı kanunda 2007’nin sonunda döner sermayelerin ortadan kaldırılacağı hükmü var, ancak sağlık sistemi bunun dışında tutulacak


Aile hekimliği:
Aile hekimliğinin koruyucu sağlık hizmetlerini aksatacağını söyleyenler, bu işi bilmeyenlerdir


Başhekime destek:
Ben çok sık hastane ziyaretleri yaparım. Beni, basının karşısında meslektaşlarımı rencide edici bir pozisyonda hiç gördünüz mü?


Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, çeşitli görüşmelerinde meslek örgütlerinden doğu ve güneydoğu da görev yapacak 3 bin gönüllü hekim istediğini ancak 3 kişinin dahi gelmediğini söyledi. Akdağ, “TTB’ye sizin aracılığınızla bir kez daha sesleniyorum. TTB bana 3 bin tane gönüllü doktor getirsin, ben bütün o kanunların hepsini ortadan kaldıracağım. Hiçbir zorunluluk getirmeyeceğim. Doktorlar nerede istiyorlarsa orada çalışsınlar” dedi

Dr. İbrahim Ersoy - Mete Generaloğlu / Ankara

Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ ile 3. hizmet yılını doldurduğu şu günlerde mecburi hizmetten şef atamalarına, aile hekimliğinden performans uygulamalarına kadar çok geniş bir yelpazede Türkiye’nin sağlık sistemini konuştuk.

Bakanlık görevine geldiğinizde mecburi hizmet vardı. Siz bunu kaldırdınız. Kaldırma sebebinizi de açıkladınız. Yeniden mecburi hizmeti uygulamanızın asıl sebebi nedir?
Şartlar çerçevesinde devlet hizmeti yükümlülüğünü yeniden gündeme getirdik. Ancak bu 80’li yıllardaki devlet hizmeti yükümlülüğündün çok farklı bir çerçeve ile geri gelmiş oldu. Birincisi kolaylaştırılmış bir devlet hizmeti yükümlülüğü ön görüyoruz. Bu geçmiş yıllardaki devlet hizmeti yükümlülüğünde, mecburi hizmette 2 sene olarak çalışılıyordu. Mardin’de de 2 İzmir’de de 2 sene çalışmak zorundaydınız. Oysa şimdi 200 gün ile 600 gün arasında değişen süreler söz konusu. Bunlar da tamamen sosyo ekonomik gelişmişlik düzeyine göre belirlendi. Aşağı yukarı 10 ay bir süre pratisyen hekim olarak hizmet yaptığınız taktirde devlet hizmeti yükümlülüğünüz bitmiş oluyor. Ama aynı işi diyelim ki 1. ya da 2. bölgede yapacağınız zaman 600 gün yapmış oluyorsunuz. Eş durumundan örneğin Ankara’ya geldiyseniz 600 gün. Yani ben bunu kısa süre yapayım ama hizmet ihtiyacı olan bir yerde yapayım diyebiliyorsanız kısa sürede işiniz bitiyor.
İkincisi de özellikle bu sosyo ekonomik yönden geri kalmış bölgelerde devlet hizmeti yükümlülüğünde daha fazla ücretle sözleşmeli çalışma şansınız var. Şöyle düşünebilirsiniz. Ben 10 ay çalışacağım. On ay içerisinde de serbest tababet yapmayı da ne diye düşüneyim? Sözleşmeli çalışırım hem daha fazla ücret alırım, hem de işim bittiği taktirde dönerim. Dolayısıyla ben buna kolaylaştırılmış ve teşvik edilmiş devlet hizmeti yükümlülüğü diyorum. Niçin ihtiyaç duyuldu? Biliyorsunuz biz eski kanunu yürürlülükten kaldırırken sözleşmeli bir statü getirdik. Bu sözleşmeli statüyle de üzerine döner sermaye de eklersek bir pratisyen hekime ihtiyaç bölgelerinde aylık 4 milyar ücret veriyoruz. Bir uzman hekime de yaklaşık 8-9 milyara kadar bir gelir sağladık. Ancak iki yıllık tecrübemiz gösterdi ki bu yüksek rakamlara rağmen hekim arkadaşlarımız bu bölgelere gitmek istemedi.

Sizce neden gitmek istemediler?
Bize diyorlar ki memur olarak yapsaydınız atasaydınız olurdu, giderdi insanlar. Halbuki hem memur olarak göndermeye gayret ettik, hem sözleşmeli olarak. Aradaki fark nedir? Memur olarak gittiğinizde normal maaş artı döner sermaye alıyorsunuz, muayenehane de açabiliyorsunuz. Bu bölgelerde aslında biz hekim sayısını arttırdık, azaltmadık. Ama bu bölgelere sadece başka yerde kendilerine alternatif bulamayan hekimler gittiler. Bizde hep kamuya girenleri bu yörelere gönderdiğimiz için, böylece kamuya giren hekim sayısı azaldı. Bir anlamda oralara gidenler aslında mecburi hizmete gitmiş gibi oldular. Başka türlü imkan bulanlar hiç kamuya gelmediler. Sonuçta kamuda çalıştırabildiğimiz hekim sayısının azalmakta olduğunu gördük. Burada asıl mesele Türkiye’de hekim sayısının yetersiz oluşu. Hekimlerimize çok yüksek ücretler de versek onlar sosyo ekonomik yönden gelişme seviyesi düşük olan yerlerde çalışmayı tercih etmediler.

Asıl problem hekim sayısının düşük olması mı yoksa dengesiz dağılım mı?
Asıl problem hekim sayısının azlığıdır, dağılım dengesizliği de bunun cabasıdır. İki yoldan bunu anlattık. Birincisi bizim toplam nüfusumuza göre hekim sayımız yetersiz. Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa bölgesinde 52 tane ülke var. Bu 52 ülkeden biri de Türkiye Cumhuriyeti’dir. Sadece gelişmiş batı Avrupa ülkeleri değil bunlar. Bu ülkeler içerisinde Kırgısiztan, Ermenistan ve Arnavutluk da var. Elli iki ülke içerisinde nüfusuna göre hekim sayısı itibariyle Türkiye sonuncudur. Bu nüfus açısından bir defa ne kadar geri olduğumuzu açıkça gösteriyor. Peki muayene sayıları itibariyle düşünürsek, yapılan poliklinik sayıları açısından düşünürsek durum nedir? Bizim hesaplamalarımıza göre 2005 yılında Türkiye’de Sağlık Bakanlığı hastanelerimizde ve diğer ünitelerimizde yaklaşık olarak 250 milyon kere, bireyler hekimle karşılaşmış olacaktır. Bu 250 milyon sayısını kamuda çalışan hekime sayısına, daha doğrusu doğrudan klinikte çalışabilen hekim sayısına böldüğünüz zaman ortaya çok enteresan rakamlar çıkıyor. Bir pratisyen hekim arkadaşıma sağlık ocağında günde 30 müracaat oluyor. Bir uzman arkadaşıma da yine 30. Tabii hekimlerin hepsi aynı anda hasta muayene etmezler. Başka işleri de vardır. Koruyucu sağlık hizmetleri ile ilgilenirler. Ameliyatları var, hasta vizitleri var. Ortalama da böyle. Yani kamuda çalışan bir hekime günde ortalama 25-30 birey müracaat eder. Diyelim ki bunların bir kısmı sadece reçete yazdırmak izin müracaat etmiş olsunlar, ama bir kısmını muayene ediyorsunuz, bir kısmını sevk ediyorsunuz, bir kısmını geriye çağırıp onları değerlendiriyorsunuz. Kaldı ki bu kalabalıktan dolayı birçok sağlık kuruluşumuzda düzenli kayıt sistemleri de geçtiğimiz yıllarda maalesef geliştirilememiştir. Kayıtla da geniş bir şekilde ilgilenmeye çalışırsanız buna hiç zamanınız kalmaz. Bütün bu rakamlar bize neyi gösteriyor. Türkiye’de hekim sayısı yetersiz. Birde buna dengesizlik ekleniyor. Diyelim ki ben Ankara’daki fazla hekimleri alıp Mardin’de çalıştırmak üzere bir yönetmelik veya bir düzenleme yapıyorum. En başta TTB olmak üzere bu dengesizliğin düzeltilmesine hemen karşı çıkıyorlar, hemen mahkemeye gidiyorlar. Mahkemeler de zaman zaman kişisel hakları ön planda tutarak yapılan düzenlemelerin aleyhinde karar verebiliyor. Dengesizliği de çok kısa zamanda düzeltmek gibi bir şansımız yok. Müteakip görüşmelerimizde tabip örgütlerinden arkadaşlarıma söyledim. Dedim ki kanun filan çıkarmayalım. Siz her yıl bana Doğu’da Güneydoğu’da çalışacak 3 bin tane gönüllü bulun, ben göndereyim orada çalışsın gelsinler. 3 bin tane değil 3 tane bile getiremediler. Dolayısıyla Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Hekimler bunu fark ettikleri anladıkları ölçüde buna da itiraz etmeyeceklerdir.

Zaman zaman fakültelerden ve TTB’den hekim sayısının yeterli olduğuna ve gizli hekim işsizliğine dair açıklamalar yapılıyor?
Hani nerede? Kura çekiyoruz, diyelim ki 1000 kişilik yer açıyoruz, 200 tane uzman müracaat ediyor. Evet Antalya’da çalışmak istiyorsanız, Muğla’da çalışmak istiyorsanız kamuda iş bulamayacaksınız, İzmir’de, Ankara’da bulamayacaksınız. Çünkü Türkiye’de insanlar sadece bu şehirlerde yaşamıyor. Buralarda birikmiş bir hekim kalabalığı var. Hekimin iş bulamadığından filan yakınan varsa muhtemelen buralarda iş bulamadığından yakınıyordur. Yine bir zaman tabip örgütünden bir arkadaşımız katıldığım televizyon programında telefonla benimle irtibat kurdular. Demişti ki ‘Sayın Bakanım siz yani gidip Silopi’de çalışır mısınız?’ Nasıl olacak peki çalışmayınca. Buralar vatan toprağı değil mi? O zamanda söylemiştim ‘ben çalışırım’ dedim. 25 yıl Erzurum’da çalıştım ben. Çalışmak zorundayız, başka türlüsü yok. Devletin polisi, hakimi, savcısı, kaymakamı bu bölgelerde çalışıyor. O halde ben niye gidip çalışmalaşacağım? Bakın biz sadece diyoruz ki 10 ay gidip çalışacaksın. 10 seneden filan bahsetmiyorum. O 10 aydan sonda insanlar dilerlerse kamudan ayrılabilirler. Beni Sağlık Bakanı yapma iradesini gösteren halkıma ihtiyaçları doğrultusunda hekim göndermek zorunda olan bir insanım. Meslektaşlarımın da gelirlerini hep arttırmak için gayret ettim ve arttırdım da. Bunu şerefle, iftiharla söylüyorum. Bundan böyle de arttırmak için elimden geleni yapacağım. Ama bu bölgelerde çalışacağız, başka yolu yok.

Hekimlerin gelirlerini arttırdınız ama zaman zaman vurguluyorsunuz 7-8 milyara maaşla bile hekimler doğuya gitmiyorlar. Ekonomik durumlarını yükselttiğiniz halde gitmiyorlarsa bunun sebebi ekonomik değildir o zaman?
Sosyo ekonomik diyelim. Eğer siz bana önce Hakkari’nin sosyal durumunu iyileştirin veya Mardin’in Dar Geçit İlçesi’nin, ondan sonra hekimleri gönderelim derseniz bu kara mizah olur. Bir bölgenin, bir şehrin, bir ilçenin eğer sosyal durumunu düzeltmek istiyorsanız oraya önce hekim göndermeniz gerekir. Hekimin olmadığı yere hiç kimse gitmez. Bizim mesleğimiz böyle bir meslek. İnsanın olduğu her yerde olmalısınız. İnsanlar “sınır tanımayan hekimler” diye kalkıp Avrupa’dan dünyanın dört bir yanına Afrika’ya hizmete koşmuyorlar mı? Biz şimdi bir de fazladan parada vereceğiz. Gelin şurada birlikte çalışalım. Gelmiyorsa insanlar o zaman devlet yükümlülüğü hizmetini getirmek zorundayız.

Peki bu sıkıntı TTB ile daha iyi ilişkiler kurularak çözülemez mi?
Bakın ben hiç kimseyle bu güne kadar hayatımda kötü ilişki oluşturmadım. Benim hayat felsefemde böyle bir şey yok. Siz bir tıp gazetesisiniz. TTB’ye sizin aracılığınızla bir kez daha sesleniyorum. TTB bana 3 bin tane gönüllü doktor getirsin ben bütün o kanunların hepsini ortadan kaldıracağım. Hiçbir zorunluluk getirmeyeceğim. Doktorlar nerede istiyorlarsa orada çalışsınlar.

Kaliteli eğitim konusunu özellikle vurguluyorsunuz. Şu anda mevcut perifer tıp fakülteleri veya yeni açılmış fakültelerde eğitimin kaliteli olduğunu düşünmüyor musunuz?
Ben yeni eski diye bir ayrım yapmıyorum. Örneğin Erzurum’daki tıp fakültesi aslında periferdedir ama mükemmel eğitimi vardır. Bu aslında yönetimlerin meseleyi bakış, ele alış ve işleyiş biçimine göre değişir. Türkiye’de bugün niçin kalitesiz eğitim olacakmış? Öğretim üyesi mi bulamıyoruz? Yetişmiş o kadar insanımız var. Yeter ki insanların önü sudan sebeplerle kesilmesin. Türkiye’de böyle dönemler yaşadık geçmişte. Biz yeterli öğretim görevlisi de bulabiliriz, yeterli alt yapı da oluşturabiliriz bu ülkede. Buna üniversitelerimizin imkanı var. Buna niyet etmeliyiz bence. Bir defa ben mevcut fakültelerimizin kalitesiz olduğu görüşüne hiç katılmıyorum. Kapasite arttırırken veya yeni tıp fakülteleri oluştururken kaliteden taviz vermemeliyiz, onları da kalite içerisinde oluşturmalıyız. Yoksa mevcut fakültelerimizin eğitimleri konusunda kalite yönünden ciddi bir problem olduğunu hiç düşünmedim. Yalnız belki pratik mülahazalar açısından yani uygulamacı hekim yetiştirme açısından biraz daha gayret etmemiz lazım. Burada asıl değiştirmemiz gereken Türkiye’de hekim fazladır düşüncesi. Yıllardır bunu pompaladılar. Bu ülkeye “oksijen gibi ekmek gibi su gibi hekim ihtiyacı var” dememiz gerekiyor. Ben topluma sürekli bunu anlatmaya çalışıyorum.

Her yıl 4 bin 500 civarında yeni mezun olduğu söylenir ve bunların doğu için 3 bin tanesini getirin diyorsunuz?
Bana her yıl Doğu, Güneydoğu’ya göndermek için 3 bin hekim lazım. Ama illa yeni mezun demiyorum. Çalışanlardan da olabilir, yeni mezun da. Benim için fark etmez. Ama buradaki en önemli noktası şu. Önce bu ihtiyacı kabulleneceksiniz, sonrada sadece ideolojik yaklaşımlarla hükümetin bu husustaki programına baştan karşı çıkma gibi bir yanlış göstermeyeceksiniz. Deniyor ki ‘Özlük haklarını iyileştirirseniz gider. Fazla para verirseniz gider’ bunların hepsini yaptık. Başka ne yapalım?

Sizinde söylediğiniz gibi daha önceleri de hep hekim açığı yok diye vurgulandı. Bunu daha çok TTB ve üniversiteler dillendirdi. Bunun sebebi nedir? Yani bunun altında gerçekleri bilmemek mi yatıyor yoksa başka bir amaç mı var?
Bir defa bizden önce bu kadar belirgin bir şekilde hiçbir dönemde Türkiye’de hekim ihtiyacının olduğundan bahsedilmedi. Biz bunu iyice çalışınca ortaya koyduk ve topluma da gösterdik. Geçmiş metinlere bakın, bu hiç konuşulmamıştır Türkiye’de. Ben siyaset yapıyorum ama aynı zamanda da bilim adamıyım. Bizler hiçbir zaman ön kabullerle yola çıkamayız. Fazladır diyorsak niye fazla olduğunu göstermemiz lazım. Yetersiz diyorsak niye yetersiz olduğunu göstermemiz lazım. Ben niye yetersiz olduğunu size bir sürü rakam söyleyerek ifade ettim. Birisi fazla olduğunu iddia ediyorsa, o da gelsin rakamlarını ortaya koysun.

Peki hekim açığı kapandığında mecburi hizmet sona erecek mi? Böyle bir öngörünüz de var mı? Mecburi hizmet ne kadar sürecek?
Bu tamamen ihtiyaçtan doğan bir uygulamadır. Kuşkusuz ki Türkiye’nin sosyo ekonomik şartları ve o bölgelerdeki imkanları değişiyor. Artvin’de, Kars’ta, Iğdır’da, Erzurum’da, Bitlis’te, Bingöl’de, Mardin’de, Şırnak’da Cizre’de, Hakkari’de, Yüksek Ova’da Şanlıurfa’da şu anda bir kısmını bitirdiğimiz, bir kısmına da yeni başladığımız modern hastaneler var. Sağlık ocağı alt yapısı, gezici sağlık hizmetleri, araç, şoför vs. yanında, ambulans açısından da bu bölgeleri hep zenginleştiriyoruz.

Doğu güneydoğuda çalışan hekimlerin alt yapı ve cihazlarını, diyelim ki bir ultrason cihazı lazım, öncelikli olarak karşılama sözü veriyor musunuz?
Elbette veriyorum. Yeter ki oradaki kişi, o ultrasonografi cihazını çalıştırabilecek yetkinlikte olsun. Bunun için tüm mahalli yöneticilerimize de talimatı vermiş durumdayız. Ama mahalli yöneticilerimiz, il müdürlerimiz, başhekimlerimiz alım satım ya da kiralama işlerinde başarılı olamayabilirler. O zaman doğrudan bana bile gelsinler. Böyle bir açık çek veriyorum. Bakın ben bu sene bir talimatla hastanelerin hiçbir yere sormadan 40 bin dolara kadar olan alım miktarını 150 bin YTL’ye çıkardım. Kiralama serbestisi de cabası. Doğu, Güney Doğu veya ülkenin başka bir yerinde cihaz açısından bir hekim arkadaş bir eksiklik yaşıyorsa o bölgedeki yöneticinin eksikliğidir bu. Biz bunu telafi etmek için hemen harekete geçeriz.

Şef, şef yardımcılığı sınavları uzun süreden bu yana yapılamıyor bu konudaki durum nedir?
Bu önemli bir konu. Çünkü biz mevcut eğitim araştırma hastanelerimiz de değil, Anadolu’da yeni kurmayı planladığımız eğitim araştırma hastanelerimizin içinde şef ve şef yardımcısına ihtiyaç duyuyoruz. Bu vesileyle ilgili olarak yapılan tüzük ve yönetmeliklere Türk Tabipleri Birliği’nden sürekli itirazlar oldu, mahkemeler oldu. Bu işin mevzuatı o kadar karmaşık bir hale gelmiş durumdaki sadece bizim dönemimizde değil, yıllardır atama yapılamıyor. Burada şöyle bir iddia var. Siyasi iktidarlar kendilerine yakın kişileri şef, şef yardımcısı yapabilirler. O zaman bu yetki başkaları tarafından da paylaşılmalıdır gibi bir mantık çıkıyor ortaya. Halbuki bakın bizim yaptığımız kanunda şef ve şef yardımcılarının doçentlik ve profesörlük unvanı alan kişilerden seçilmesi var. Ben size bir şey söyleyeceğim. Bir tıp fakültesi dekanı kimi anabilim dalı yapacağına kendisi karar veriyor. Nasıl oluyor ki bir ülkenin Sağlık Bakanı anabilim dalı başkanlığına denk gelen bir unvan için klinik şefini, yine dikkat edin Yüksek Öğrenim Kurumu’nun doçent ve profesörlük unvanı verdiği kişiler arasından seçemiyor? Enteresan bir şey. Biz kanunu uygun çıkarıp yolumuza devam edeceğiz.

Tıpta Uzmanlık Tüzüğü de kadük hale geldi. Bir kısmı 74’teki tüzüğe uyuyor, bir kısmı 2002’ye uyuyor. Onunla ilgili bir çalışmanız var mı?
Şuanda Danıştay’da bir tüzük var. Tartışma aşamasında, adli tatile girilmiş oldu. Tatil sonrası tekrar devam edilecek. Biliyorsunuz tüzükler Danıştay’da görüşülüyor.

Hekimlerin son zamanlarda toplum gözünde genel bir prestij kaybı var. Çok para veriyoruz ama doktorlar doğuya gitmiyorlar diyorsunuz, bıçak parası konusu ve son olarak da bir ilin valisinin bir hastane başhekimi ile televizyon ekranlarına yansıyan görüntüleri var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi hekimlerde biz göreve gelmeden önce, geçtiğimiz son 10 yılda hekimlik mesleğinde bir prestij kaybı olduğu gerçek. Ama bizim dönemimizde bu düzelmeye başladı. Ben çok sık hastane ziyaretleri yaparım. Benim basının karşısında meslektaşlarımı rencide edici bir pozisyonda hiç gördünüz mü? Göremezsiniz de. Çünkü bunun çok yanlış olduğuna inanıyorum. İnsanlar yanlış yapabilir. Bizim sorumlu olduğumuz kuruluşlarda yöneticiler, hekimler yanlış yapabilirler. Ama bu onların rencide edileceği anlamına asla gelmemelidir. Dolayısıyla çok ciddi bir kusur bile görsem, ben o meslektaşımı bir odaya alıyorum, oturuyor orada meseleyle ilgili kimse, genel müdürlerimiz, yöneticilerimiz onlarla beraber görüşüyoruz. Olması gereken de budur. Aslında hekimlik mesleğinin itibarı geçtiğimiz yıllarda şundan zedelenmiştir. Hekimlere düşük gelirler verilmiştir. Hekimlerin kendilerine uygun hayat standartlarının, kamudaki düşük gelirin yanı sıra bir başka şekilde tamamlamalarına fırsat veren de bir sistem kurulmuştur. İşte bazıları bizim dönemimiz için sağlık piyasalaştırılıyor filan diyorlar ya, halbuki sağlık bizim dönemimizden önce maalesef piyasalaştırılmıştı.
Siz bir kamu hastanesine gideceksiniz, bu devlet hastanesi olabilir SSK hastanesi olabilir, oradan hizmet alma imkanınız olmayacak. Orada tomografi olmayacak, MR olmayacak, olsa bile 6 ay sonrasına gün verecekler, ekokardiyografi olmayacak, poliklinikler ana baba günü olacak, size randevu vermeyecekler. Ondan sonra siz mecburen dışarıya gideceksiniz. Hekimin muayenehanesini bulacaksınız. Hatta bazen birileri size kart verecekler. Bir şekilde işinizi çözmeye çalışacaksınız. Böyle bir sistemde siz olsanız hekime itibar duyar mısınız? İtibar kaybı bu yüzden olmuştur. Bu işte asıl sorumlu olan, yanlış kurulmuş sağlık sistemiydi.
Biz şimdi performansa dayalı ödemeler yapmak ve mümkün olan her yerde de hekim seçme özgürlüğünü getirmek suretiyle vatandaşlarla hekimler arasında zedelenmiş olan bu güven ilişkisini yeniden güvenli bir hale dönüştürmeye başladık. Bence son 2-2.5 yıldır hekimlerin itibarı büyük ölçüde artmıştır. Ben kendim de bir hekimim. Meseleyi halının altına süpürmek mi doğrudur? Yoksa kabullenip ortadan kaldırmak mı daha doğruydu? Bu gün kamu hastanelerinde çalışan hekimlerin yarıdan fazlası muayenehanesini kapamışsa, kapayan kapamayan vatandaştan bıçak parası veya başka bir isimle para almak konusunda geçmişe kıyasla bu meselede çok büyük bir ölçüde azalma meydana gelmişse, bu hekimlerin itibarının arttığı anlamına gelir. Ben hep söyledim. Biz içimizdeki çürük elmaları mutlaka temizlemeliyiz. Onları görmezden gelirsek hepimizi kokuşturur. Hekimlik mukaddes bir meslektir. Çünkü biz insanla ilgileniyoruz.

Peki başhekime sert müdahalesi olan Vali bey ile bir görüşmeniz oldu mu?
Hayır, zaten oradaki meslektaşımız da kendi hukukunu aramak konusunda bir yol seçti. Vali bey ona karşı nasıl bir yol seçecek göreceğiz.

Performans dediniz. Performans böyle devam edecek mi? Çünkü 2007’de sonra sona erdirileceği şeklinde görüşler var.
Bizim hükümet olarak planımızda performansa dayalı ödeme sisteminin sona erdirilmesi diye bir şey yok. Maliye Bakanlığı’mızın yaptığı bir kanun da 2007’nin sonunda döner sermayelerin ortadan kaldırılacağı yönünde bir hüküm var. Ama şu anda bizim hazırladığımız sağlık kuruluşlarıyla alakalı işletmeler kanunda da kamu personeli rejimi ile ilgili hazırladığımız yeni taslaklarda da sağlık sistemi bunun dışında tutuluyor. Dolayısıyla bizim hastanelerimizde de, üniversitelerde de karsız işletme mantığı biçiminde bu uygulamalarımız devam edecek.

Performansın hekimler arasında problem yarattığı ve gereksiz işlemlerin sayısını arttırdığı şeklinde iddialar var. Bu konu hakkında neler söyleyeceksiniz?
Hekimler arasında niçin problem yaratsın?

Örneğin sağlık ocağında 3-4 tane doktor odası var. Hekimler dış kapıya daha yakın olan odayı almak için tartışıyor.
Mümkündür, eskiden haftada bir gün çalışıp öbür günler başka işlerle meşgul olurken, şimdi eğer bununla meşgul olmaya başlamışsa bu açıdan çok iyi yoldayız demektir. Ama hekim camiasını suçlayacak biçimde hekimler gereksiz işlemler yapıyor diye maalesef sağlıkla ilgili memur sendikalarından ve bu işle ilgili sağlık örgütlerinden bu sesler çıkıyor, bunu ayıplıyorum. Ben hiçbir Türk hekimini bu şekilde yanlış iş yapar diye baştan ön yargıyla yargılamanın doğru olmadığına inanıyorum. Bunu yapan çok az sayıda insan çıkarsa onun içinde gereken zaten yapılıyor. Ama bunu genelleştirmek çok yanlış.

Sizde bir pediatristsiniz. Sizce yenidoğan ölümlerinin son zamanlarda çıkmasının sebebi nedir? Ya da daha önce de oluyordu da bizim mi haberimiz yoktu?
Tabii ki daha önce de oluyordu. Türkiye’de biz maalesef öyle bir sağlık sistemi devraldık ki. Birçok alanda kayıt bile yoktu. Bunları bir taraftan yapmaya çalışıyoruz. Kanserle ilgili kayıtları düzeltmeye çalışıyoruz, hastane enfeksiyonları ile ilgili kayıtları toparlamaya çalışıyoruz. Biliyorsunuz hastane enfeksiyonları ile ilgili yeni bir yönetmelik yaptık. Bu yönetmelik çok daha derli toplu olarak bu meseleyi kontrol etmemizi inşallah sağlayacak. Ama şu anda geçmişe dönüp de verilere bakarak hastane enfeksiyonlarının sayıları yıldan yıla nasıl, arttı mı, azaldı mı bunu söylemek güç. Çünkü elimizde yeterli veriler yok.

Aile hekimliğine eylül ayında başlanacak mı? Gelecek yıl hangi illeri kapsayacak?
Düzce ilimizde aile hekimliği uygulamamızı başlattık. Hasta kayıtlarına da eylülde başlıyoruz. Bu çok önemli bir süreçti bizim için. Kanunun hazırlanması, yönetmeliklerin hazırlanması, bilgisayar programının hazırlanması, oradaki personelin eğitilmesi, bu programların kullanılmaya başlanılması. Kuşkusuz ki başka şehirlerdeki süreç daha kısa sürecektir. Neden, çünkü Düzce’de biz bir atölye kurduk. Şimdi aday olan illerden yönetici arkadaşlarımız Düzce’ye gidiyorlar ve oradaki çalışmaları yerinde uygulamalı olarak görme imkanını buluyorlar. Öyle zannediyorum ki 2006 yılı içerisinde 10 ilde daha uygulamalara başlayabiliriz. 2007’den itibaren de bütün Türkiye’de yaygınlaştırmaya başlayacağız.

2006’daki 10 ilin isimleri belli mi?
Şu an belli değil. Bu biraz da düşündüğümüz illerin ev ödevlerini ne kadar iyi yapacaklarına bağlı. Yani aday illerimiz var. Talimat veriyoruz, çalışmalarını yapıyorlar. Alt yapılarını kimin daha erken bitireceğine bağlı birazda.

Ortalama olarak bir aile hekiminin eline ne kadar para geçecek?
Kesin söylemek zor. Ama bizim öngörülerimiz iki milyarın üzerinde kazanacaklar. Kayıtlı hasta sayılarına göre değişecek. 2.5-3 milyar olabilecek.

Sağlık ocaklarının kiralanması söz konusu olacak herhalde?
Farklı bir model. Yani biz eğer sağlık ocağını veriyorsak ona göre ücret ödeyeceğiz. Eğer kişi binasını kendisi temin etmişse ona göre ücret ödeyeceğiz.

En çok eleştiri aile hekimliğinin koruyucu sağlık hizmetini azaltacağı yönünde geliyor. Böyle bir şey olacak mı? Aşılamalar, diğer koruyucu sağlık hizmetleri pratisyen hekimlikteki gibi devam edecek mi?
Şimdi şunu açık söyleyeyim. Bunu söyleyenler bu işi bilmeyenler. Ben bütün dünyayı bu mesele için gezdim. Avrupa’nın birçok gelişmiş ülkesine gittim, Küba’ya gittim. Suriye’ye de gittim. Yani hep en iyi modelleri görmek için gitmedim. Hemen her ülkede aile hekimliği modeli, yani bu işi iyi yapan birinci basamak sağlık hizmetlerini primer sağlık bakımını, temel sağlık hizmetlerini iyi yapan her ülkede aile hekimliği var. Aile hekimliği şunu ortaya koyuyor. Bir hekimin bir popülasyonu sahiplenmesini sağlıyor. Hem sorumluluklar veriyor hekime, hem yetkiler veriyor. Dolayısıyla koruyucu sağlık hizmetleri aile hekimliği ile taçlanmış oluyor. Asıl ulaşacağı noktaya ulaşıyor. Örnek vereyim, 20 binlik bir nüfusa 5 hekim koydunuz. Dediniz ki bu 20 bin kişiden sorumlusunuz. Ebe, hemşire 10 tane de sağlık personeli koydunuz. Diyelim ki iyi takip edilmemiş bir hamile var. Riskli doğumundan dolayı bir sıkıntı ortaya çıkmış. Sorduğunuz zaman kimin sorumlu oluğu ortaya çıkmıyor. Kimin sorumlu olduğunu bulamıyorsunuz. Neden, 5 kişi birden sorumlu, 10 tane sağlık elemanı birden sorumlu. Aslında klasik sağlık ocağı sistemiyle aile hekimliği arasındaki en önemli farklardan biri bu. Sorumlu belli. Sorumluluğunun çerçevesi tam olarak belli. Peki bu ekip çalışmasına engel mi. Elbette değil. Biz gurup pratiğini teşvik ediyoruz. 3-4 hekim bir arada çalışabilirler. Ama bir arada da çalışsalar her birinin ayrı bir gurubu olacak. Gurubun içerisinden bir kişi ister o pratiği birlikte yapan hekimler arasından isterse başka yerde çalışan hekimler arasından dilediğini seçebilecek. Bu da çok önemli. Türkiye’de de böyle düşünenler var. Ben bireysem eğer hekimimi seçebilmeliyim. Ben hekimsem eğer yanımdaki arkadaşımdan daha çok gayret gösteriyorsam eğer, ondan çok kazanabilmeliyim. O zaman ortaya verimlilik çıkar. O zaman insan hakları ortaya çıkar.

Başhekimler ya başhekimlikten ayrılıp muayenehanelerini işletecek, ya da muayenehanelerini kapatıp başhekimlik görevini sürdürecek. Buna karşın muayenehanelerini kapatan başhekimlere ek bir iyileştirme düşünüyor musunuz?
Başhekimlere zaten ek bir iyileştirme yapılmış durumda. Bakın hastane ortalamasının başhekimler 5 çarpanıyla, eğitim hastanelerinde 6 çarpanıyla döner sermaye alıyor. Burun Türkçe’si şu. Siz başhekim olarak 1 milyar Türk Lirası döner sermaye katkı payı dağıtmışsanız, tam anlamıyla böyle değil kolay anlaşılsın diye söylüyorum ama 5 milyar döner sermaye katkı payı alıyorsunuz. Bu kadar olur daha ne olsun?

Aslında siz bu şekilde tüm hastaneleri özelleştirmiş olmuyor musunuz?
Şöyle dersek daha doğru olur. Biz hastaneleri her geçen gün biraz daha kendi ayakları üzerinde duran, karsız, özerk kamu işletmeleri haline getiriyoruz. Ben kamu hastanelerinin özelleştirilmesinden yana değilim. Kamu hastaneleri güçlü ve verimli, kaliteli hizmet üretmelidir. Ama özel sektörü de teşvik etmeliyiz. Bu alana getirip para, sermaye koymalıdır. Terazinin iki kefesi gibi daha uzun bir süre kamu kefesi bu işte ağır basacaktır. Kamu geliştikçe özel teşebbüste hizmet verirken terbiye olmuş olacaktır. Bakın Bütçe Uygulama Talimatı fiyatları var. Sağlıkla ilgili olan kısmı son yıllarda sürekli olarak aşağıya doğru iniyor. Biz bir hemogramın fiyatını 15 milyon Türk Lirası’ndan, 4 milyon liraya indirdik. Demek ki olabiliyor. Ben özel sektöre de şunu söylüyorum. Özel sektör artık eskiden olduğu gibi butik hastaneler, butik işletmeler şeklinde çok ücret alayım, yani bir kişiden fazla para kazanayım, az işle çok para kazanayım mantığından artık tamamen vazgeçmelidir. Vatandaşın hizmetinin niteliğini düşürmeden niceliğini arttırarak bu şekilde kazanma yoluna gitmelidir. Böylece kamu-özel sektör hizmetini birlikte geliştirmiş olacaktır.

Bize en fazla gelen sorulardan birisi yeni mezun olmuş hekimler, pratisyen hekimler eğer mecburi hizmete gitmezlerse 2006 yılı Nisan TUS sınavına girip giremeyecekleri yolunda. Bu konuda durum nedir?
Diploması bize geldikten sonra müracaat etse de etmese de iki ay içerisinde atamasını yapıyoruz. Göreve başlamaz TUS’u beklerse, aradan geçen süre mecburi hizmetine ekleniyor. Mecburi hizmeti 300 gün ise başladığı yere bağlı olarak en fazla 300 gün ekleniyor. Yani bir pratisyen olarak mecburi hizmeti var, sonra birde uzman olduktan sonra ayrıca var. O zaman zaten yapmamışsa uzmanlıktan sonra onu iki misli yapıyor. Ayrıca kura çekildikten sonra aradan geçen süre görevine başlamamışsa onların üzerine ekleniyor.
En temizi şu aslında, arkadaşlarımıza şunu tavsiye ederim. Diplomasını alan koşa koşa gitsin, biran önce bitirmek istiyorsa, hemen 10 aylık bir tercihini başına yazsın. Bu 10 ay içerisinde de hem çalışsın hem de TUS’a hazırlansın. Herkes için en kolayı bu. Vatandaş için de hem hizmet etmiş olacak. Doğrudan TUS’a gidip de başlayan, hiç sahada çalışmamış bir kişi için bence hayat tecrübesi de biraz eksik kalmıştır.

Daha önce zorunlu hizmetini yapmış kişiler, şimdi uzmanlığını veya yan dal uzmanlılığını alıyor. Onlar da tekrar mecburi hizmete tabiler değil mi?
Ama sadece uzman olarak. Yani pratisyenken yapmışsa, pratisyenlikteki zorunlu hizmet bitmiş oluyor. Birde uzman olarak yapacak. Süre olarak daha uzun yapmış olması pratisyenlikte fark etmiyor. Yani burada devlet hizmeti yükümlülüğü bir pratisyenlik için var, bir de uzmanlık için.
Ama biz şu imkanı da getirdik. Pratisyen hekimliği sırasında uzmanlığı kazananlara, sen önce bunu bitir sonra uzmanlığa git demiyoruz. Doğrudan uzmanlığa gidebilir ama öbür süre üzerine eklenir.

Teşekkürler. AKDAĞ’DAN ANILAR

Oynamayacak gelin...

Enteresan bir örnek yaşamıştım. Yaklaşık bir sene kadar önce, bir beyin cerrahı Hakkari’ye kura çekti. Sonra oraya gitti ve burada tomografi cihazı yok diye birkaç gün sonra hemen istifa edip sanırım İstanbul’a gitti. Oynamayacak gelin yerim dar dermiş. Bazılarına göre de yenim dar dermiş. Sonra oraya bir beyin cerrahı bayan arkadaşımız gitti ve iki ay içerisinde de tomografi cihazı gitti. Şimdi onun hizmetinde. Ben hep şunu söylüyorum arkadaşlarımıza. Bina açısından, binayı hemen öyle anında yapmak mümkün olmuyor. Yeni binalar da yapıyoruz ama ekipman açısından ben hiçbir arkadaşımızı mahrum bırakmam. Gitsinler çalışsınlar.
’Komünizm artığı düşünceler’

Bir ülkenin sağlık bakanına sordum, ‘İyi bir sistem kurmuşsunuz. Fakat burada hastalar hekimleri seçemiyorlar. Dolayısıyla hekimler de kendini tercih eden kişilerin sayısına bağlı olarak ilave bir kazanca da sahip olamıyorlar. Bu verimliliği biraz azaltmaz mı? Ya da bireyin tarafından baktığınızda, bireyin memnuniyetsizliğini ortaya çıkarmaz mı? Ben mecburum gidiyorum ve birisi benimle ilgileniyor. Hekim seçme hakkım yok. İnsanlar dikkat ederseniz artık modern toplumlarda kendilerini hizmet veren herkesi seçebiliyorlar. Peki hekimini neden seçemesin?” Dedi ki, ‘bizim ülkemizde her hekime çok iyi bir eğitim verilir ve her hekim çok iyi yetişir. Yani her hekim hastasına aynı şekilde davranabilir. Böyle bir şey mümkün mü? Bu insan tabiatına aykırı. Bu çeşit düşünceler, böyle konuşmayı pek sevmiyorum ama biraz komünizm artığı düşünceler.’
sağlık
bakanı
recep
akdağ
hekimleri
ilgilendiren
konularda
medimagazin'e
açıklamalarda
bulundu
Bu habere ilk yorumu siz yapabilirsiniz...
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir