Medimagazin logo

'Piyasa' sağlık için tehlike

'Piyasa'nın sağlık politikası belirlemede öncelik kazanması, hasta aleyhine gelişmelere yol açıyor. Sağlık Bakanlığı'nın performansa göre ücretlendirme uygulaması, sanal hizmet patlaması yarattı
'Piyasa' sağlık için tehlike
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol
Son aylarda üç-beş özel sağlık kurumu veya doktora uğradıktan sonra bana gelen ailelerden, bazı devlet hastanelerine yaptığım ziyaretlerden, katıldığım tıp kongrelerinden, Sağlık Bakanlığı yetkilileri ile yaptığımız toplantılardan ve artık takip etmekte güçlük çeker hale geldiğim sağlık hizmetlerinde reform tartışmalarında edindiğim bilgiler, piyasa dinamiklerinin egemenliğine sokulan sağlık hizmeti uygulamalarının kişisel/grupsal/mesleksel çıkarı tahripkâr bir biçimde öne çıkararak ülkemizdeki insanların sağlığını tehdit eder hale geldiğini gösteriyor.
Bu nedenle insanın biyolojik varlığını ve hasta olarak güçsüzlüğünü insafsız bir sömürü kaynağı haline getiren bu süreçle ilgili gözlem ve önerilerimi bir kez daha yazma gereği duyuyorum. Zira, hem doğrudan sağlık alanında, hem de sosyal güvenlik reformlarına hazırlık kapsamında yapılan değişiklikler, sağlık alanını tamamen piyasa koşullarına terk etmeyi getiriyor.


Vahim gözlemler
Öncelikle özel sağlık kurumlarının ve piyasa dinamiklerini baş tacı etmeye gönüllü kamu kurumlarının başta özel sigortası olanlar olmak üzere hastalara mümkün olduğu kadar yüksek faturalar çıkarmak için tanı ve tedavi süreçlerini 'manipüle' ettikleri, hastalık sayılamayacak durumları hastalıkmış gibi göstererek birçok gereksiz tetkik yaptıkları, gerekli olmadığı halde hastaneye yatırdıkları veya daha komplike ve dolayısıyla daha pahalı tedavi yöntemlerini kullandıkları, özellikle tomografi/MRI gibi radyolojik tanı yöntemlerinin kullanımında çok büyük bir israf olduğu, İstanbul gibi hekimliğin ticaret konusu haline geldiği yerlerde birçok hekim ve sağlık kurumunun promosyon ekipleri olduğunu ve TV'deki birçok sağlık programının aslında para karşılığı kiralandığı, bazı hekimlerin tıbbi pratiklerini tamamen daha çok para kazanacak şekilde düzenledikleri, bu nedenle adı 'ocak söndüren' olarak anılan hekimler olduğu ama bunlara bir şey yapılamadığı sıklıkla dile getirilen gözlemler.
Eskiden de bunlar vardı ama yeni olan sistemin büyük ölçüde bu dinamiklerin egemenliğine girmesi ve esas önemlisi hastaları piyasanın merhametsizliği karşısında koruyacak mekanizmaların olmaması. Eski zamanlarda hekimler, hasta geldiğinde tıp biliminin gerekleri ve insan sağlığından başka bir şey düşünmeden davranırken şimdi kendisinin veya çalıştığı işletmenin bilançosu da önemli bir faktör olarak devreye giriyor, bu nedenle de hastalar gerçekten tedavi edilecekleri yere geldiklerinde ya gecikmiş ya da birçok gereksiz girişime tabi tutulmuş oluyorlar.
Bunun kadar önemli bir diğer sorun Sağlık Bakanlığı hastanelerinde uygulanan 'performansa göre ücretlendirme' uygulamasının, hekimleri, yapmadıkları tıbbi girişimleri yaptı gibi göstermeye veya gerekli olmayan ama zararı da olmayan tıbbi girişimleri yapmaya özendirerek 'sanal bir hizmet patlaması'na yol açması ve bunun sosyal güvenlik kurumlarının sağlık harcamalarını çok artırması. Aklı başında olan birçok hekim-sistem şimdilik onların daha çok para kazanmasını sağlasa da bunun çok sürmeyeceğinin bilincinde ama ses çıkarmamayı tercih ediyor.


Adaletsizlik
Uygulamanın diğer yönü, sistem nedeniyle asistanlarının yaptıkları bütün girişimlerin sorumlu/şef konumundaki hekimlerin hesabına yazılması, dolayısıyla hastane ortamının bir tür yalanın egemenliğine girmesi.
Kuşkusuz, bu anlattığımız iki süreç birbirini tamamlıyor ve sistem büyük ölçüde hekimlerin lehine işliyor; böyle olduğu için Türk Tabipleri Birliği'nin, hekimliğin kalbinde yatan değerleri savunmaya dair çağrılarına hekimlerden pek de güçlü bir karşılık gelmiyor. Hekimlik yozlaşmasının önemli sonuçlarından birisi de hekimlerin hastalıkları abartan bir tür 'felaket tellalı' veya bunun tam tersi henüz deneme aşamasındaki gelişmeleri 'ekibimiz hazır, bizde yapıyoruz' şeklinde 'umut taciri' diliyle medya organlarında konuşmalar yaparak bir tür 'hastalık promosyonunda' bulunmaları. Bu şekilde insanların daha çok sağlık kurumlarına, özellikle de bu konuşmaları yapan hekimlere başvurmaları ve sağlık tüketiminin artması amaçlanıyor.
Ortalık hastalıkları 'şehvetle anlatan' tıp profesyonellerinden ve onların organize ettiği/konuştuğu tıp kongrelerinden geçilmezken, toplum sağlığının korunması için çaba gösteren bir avuç bilim insanının sesi duyulmuyor. 'Sosyete doktoru' veya 'medyatik doktor' unvanı bilimsel niteliklerin önünde geliyor. Gazetelerde dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş oranda sağlık, yaşam vb. sayfaları ve ekleri çıkıyor. Buralarda kerameti kendinden menkul bazı sağlık guruları, (bunların arasında Prof. gibi akademik unvanlılar da var) enginarın faydalarını sözüm ona bilimsel kılıflara sararak sunuyor.


'Kanıt'sız veriler
Önerilerin kanıta dayalı bilimsel veriler olmadığını, Batı'daki sağlıklı yaşam kitaplarının ucuz çevirilerinden ibaret magazinel şeyler olduğunu bilen tıp insanları ise medyayı ve toplumu saran bu hezeyanı, bunları yapanlara karşı bir yaptırım da olmaması nedeniyle, acı bir tebessümle seyrediyor. Yaptırımsızlık, bu 'harika' doktor, diyetisyen vb. sosyete hizmet sunucularının fütursuzluğunu artırıyor. Sürecin bir yüzünde, kullanım değerlerini, piyasada 5-10 kat yüksek değişim değerine çevirmeye çalışan binlerce hekimin karmaşık ilişkilerinin yanı sıra, dindar kesime hitap eden binlerce küçük/orta büyüklükte sağlık işletmesi de var.
Ne yazık ki eski zamanlarda insanı ve merhameti merkezine koyan din anlayışı yerini ticaretin egemenliğine bırakmış durumda ve bu en çok sağlık hizmetlerinde kendini gösteriyor. Son katıldığım bir toplantıda ABD'de yıllarca eğitim görmüş bir arkadaşımın, "Oralardaki bilim çevreleri, bu yaklaşımları şarlatanlık olarak görür" dediği 'insanların genetik profillerine göre beslenme önerisi' gibi uygulamaların ülkemizde de başlatıldığını, İstanbul merkezli 'sağlıklı ve uzun yaşam' modası için yeni mecralar açıldığını ve bunlara ciddi bilim insanlarının ses çıkarmadığını görünce, insan genlerinin de sömürü konusu haline getirildiğini düşündüm ve koktum. Beni esas düşündüren piyasadaki sağlıkla ilgili aktörlerin ABD'den daha kontrolsüz ve açgözlü olabilme potansiyelleri karşısında kamu kurumların güçsüzlüğü.
Örneğin ülkemizde ABD'deki gibi bağımsız ve yüksek nitelikli uzmanları barındıran 'Ulusal Sağlık Enstitüsü' (NIH) veya 'Hastalıkları Kontrol Merkezi' (CDC) gibi kuruluşlar yok; bu nedenle de ülke kaynaklarını ve önceliklerini korumak giderek güçleşiyor. Başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere kamu kurumlarının koruyucu sağlık hizmetlerine yönelik araştırma bütçeleri yok; üniversitelerin araştırma fonları ise daha çok öğretim üyesi veya tez yapan uzmanların ihtiyaçlarına yönelik olarak çarçur oluyor. Bu durumda biyo-teknoloji gibi insan sağlığını çok yakından ilgilendiren alanlarda kamunun düzenleyici rolü giderek azalıyor ve yakın gelecekte çok kârlı görünen genetik gibi alanlarda özel sağlık kurumlarının egemen olma ihtimali beliriyor.


Altta kalan yanar
Bütün bu süreç 'en alttaki' hastaları veya kendilerini hasta gibi görmeye özendiren sağlıklı bireyleri ezer ve yoksullaştırırken; hekimler, özel sağlık işletmecileri, eczaneler, ilaç firmaları, özel sigorta şirketleri, tıbbi malzeme ithalatçıları, uluslararası medikal firmalar büyük kazançlar elde ediyor.
Belki tek sevinilecek şey hemşireler, ebeler, sağlık memurları, diyetisyenler, psikologlar ve sosyal hizmet uzmanları gibi hekim dışındaki sağlık personelinin hâlâ piyasanın uzak köşelerinde kamu sağlık kurumlarını insan sıcaklığı ile ısıtıyor olmaları. Bir an için onların yüzlerindeki gülümsemenin de satın alınabilir olmaya başladığını düşünün! Dilerim bu kâbusu hep birlikte önleyebiliriz.
Prof. Dr. Şükrü Hatun: Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı



Radikal
'piyasa'
sağlık
için
tehlike
Bu habere ilk yorumu siz yapabilirsiniz...
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir