MEDİMAGAZİN - Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Gastroenteroloji Bilim Dalı ve Başkanı Prof. Dr. Şükrü Dumlu, öğrencilik yıllarından itibaren gönül verdiği tıp biliminin etrafında gelişen hayatını Medimagazin’e anlattı. Dumlu’nun pek çok ders çıkarılabilecek keyifli sohbetini kendi cümleleriyle aktarıyoruz:
Makine mühendisliğinden tıp doktorluğuna…
Memur bir ailenin çocuğuydum ben. Memuriyet nedeniyle çeşitli şehirlerde yaşadık. Kahramanmaraş’ta babamın görevi nedeniyle ilkokulu bitirdim. Sonra Mersin’e tayin oldu babam, ortaokulu liseyi orada okudum. Almanya’da Darmstadt’ta Technische Hochschule vardır, oraya makine fakültesine girdim. Bir süre devam ettim, sonra maddi bir takım sebeplerden dolayı tekrar yurda döndüm ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne girdim. Orada o yıllarda çok anarşi terör vardı. Bizim neslimizin çok büyük sıkıntısıydı o dönemler. O nedenle tekrar sınava hazırlandım, bu sefer tıp fakültesine girdim. 1979 yılında bitirdim orayı da. Mezun olduktan hemen sonra ihtisas yapma şansım vardı ama bir süre pratisyen hekim olarak çalışmayı istedim. Yaklaşık 2 yıl kadar Mersin SSK Hastanesi Dahiliye Kliniği’nde pratisyen hekim olarak çalıştım. Daha sonra da askerlik hizmetimi yapmak üzere Manisa’ya 16 aylık süreyle gittim. Orada verdiğim hizmet belki de hayatımın en zevkli dönemidir.
“İlk göz ağrım Gazi’de akademik yıllar…”
Geri döndüğümde, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nın açtığı ihtisas sınavını kazandım ve 1984 yılında orada asistanlığa başladım. 1988 yılında İç Hastalıkları Uzmanı oldum. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gastroenteroloji ihtisası yaptım sonra. Orada birkaç arkadaşla birlikte çok güzel bir gastroenteroloji ünitesi kurduk. Orada kalabilirdim ama Gazi Tıp’tan hocalarım tekrar gelmem için bana imkan tanıdılar. Ben de ilk göz ağrısı ya atmosferine de alışmışım, 1995 yılında öğretim görevlisi olarak Gazi’ye geçtim. Tabi akademik hayatta kadro almak hemen olmuyor, birtakım şeyler için zamana ihtiyaç oluyor. Bir buçuk sene sonra yardımcı doçent kadrosuna atandım. 1998’de doçentliğimi alıp 2003’de de profesör oldum.
“Hekimlik hem bilimsel hem de sanatkarane bir iştir”
Başlangıçta imkanlarımız çok kısıtlıydı bizim, büyük güçlükler vardı. Ama zamanla bunları aştık, bugün her yönüyle donanımlı fakültelerimiz var. Yanımızda yan dal ihtisası yapan tıp dilinde fellow dediğimiz birçok arkadaşımızın da öğrenmelerine vesile olduk. Onlar da çok kabiliyetli arkadaşlardı, daha sonra hepsi akademik kariyer yaptı. Hekimlik çok mukaddes bir görev. Hekimlik insanın ağrılı acılı sızılı hasta olduğu bir dönemde karşılaştığınız ve onların dertlerine çare arama, teşhis koyup tedavisini yapma sanatı, hem bilimsel hem de sanatkarane bir iştir. İkisinin bir arada olması gerekir.
“Türkiye’de 17 bin doktor vardı o zamanlar, günde 100-125 hastaya bakardık”
Hekimlikte bazı prensiplerim vardır, hastayla çok iyi diyalog kurmak gerektiğine inanırım. Bizim ülkemizde hastalar genellikle hekimlerle çok fazla konuşamadıklarından yakınırlar. Tabi bunun iki yönü var. Birincisi hekimin çok ağır bir çalışma temposu var. Pratisyen hekimlik yaptığım dönemde, Türkiye’de 17 bin doktor vardı, günde 100-125 hasta baktığımı hatırlarım ben poliklinikte. Çoğu zaman yemeğe bile gidemiyordum. Akşam mesai bittikten sonra ancak birkaç saat yatıp kendime gelebiliyordum. Özellikle son yıllarda birtakım güzel tedbirlerle, hem hastanelerde hekimlerin çalışma ortamları hem de hastaların hizmet alma imkanları çok gelişti. Tabi hala hekim camiasının birtakım sıkıntıları var. Onları da zaman zaman çeşitli vasıtalarla kamuoyuyla paylaşıyorlar. Hekimlerin, çalışma koşullarındaki ağır yükü kaldıracak, bu zorlu koşullara direnebilecek performans gücü olması lazım. Hem fiziki olarak hem de mental anlamda oldukça dirayetli olunması gereken bir meslek.
“Araştırma faaliyetleri için ayrı birimler oluşturulmalı”
Akademik hayatın en önemli yönü araştırma yapmaktır. Zaten araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunma akademisyenin birinci vasfıdır. Tabi şöyle düşünün, 3, 4 ve 6. sınıf talebe eğitimleri, asistan eğitimleri, yan dal asistanı fellow eğitimleri, hasta bakımları, endoskopik işlemler, bütün bunların hepsini bir arada götüreceksiniz bir de araştırma faaliyetlerinde bulunacaksınız. Bunu da yapıyoruz tabiî ki ama gönlümüz istiyor ki, bu tür araştırma faaliyetlerine çok daha geniş zaman ayırabilecek imkanları bulalım. Bu araştırma- geliştirme işleri hem tıbbı hem de idari yönü olan işler. Ama burada biz her şeyi kendimiz yapmak zorunda kalıyoruz. Bunu çözmek için araştırma faaliyetlerini yürüten ayrı bir birim oluşturulabilir. Orada ayrı olarak öğretim üyeleri çalışabilir ve araştırmalar için ayrı bir sekreterlik, o faaliyetlerin yürütülmesinde hekime destek olabilecek sağlık konusunda deneyimli elemanlar istihdam edilerek hasta takipleri, onların randevularının ayarlanması, onlarla alakalı incelemelerin yapılması için yardımcı olabilecek nitelikte insanlar olabilir.
“Doktorun ailesi de fedakardır”
Hekimlik çok fedakarlık isteyen bir meslek. Kendi hayatınızı, kendi zevklerinizi asgariye indiriyorsunuz. Kişilerin sağlığına kavuşması bizim için en büyük mutluluk kaynağıdır, diyebilirim. Doktorun ailesi de fedakardır. Diğer mesleklere göre daha asgari düzeyde vakit ayırırsınız. Hekimlerin eşi ve çocukları, anne veya babalarının çalışma koşullarını bildikleri için beklentilerini en aza indirirler. Özel hayatınız çok fazla olmuyor bu meslekte. Ama hekimlerle ilgili birtakım maddi ve manevi düzenlemelerin yardımların yapılması gerekir. Ben aşağı yukarı, 4 sene dahiliye ihtisası yaptım, 2 sene Gazi’de gastroenterolojide çalıştım, 2 buçuk sene Ankara Tıp’ta ihtisas yaptım, çok sayıda nöbet tuttum. Nöbet bizim mesleğimizin olmazsa olmazıdır. Ama mesela hiç nöbet parası almadım. Ülkemizin ödemeye imkanı yoktu. Ama biz bunu dert etmedik, ileride inşallah nasip olur kazanırız dedik, fedakarca çalıştık. Bugün, çok yeterli olmasa da biraz ödeme var. Nöbet parası alıyorlar, döner sermayeden biraz kazanıyorlar. Bu bizi çok mutlu ediyor ama yine de yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Ben yaratılış icabı çok maddiyata düşkün bir insan değilim ama yaptığınız hizmetin karşılığını almak, maddi refah içinde bulunmayı istemek de insanoğlunun tabiatının gereğidir. Bu dengenin kurulması gerekiyor diye düşünüyorum.
“Personel olmazdı, kocaman dev monitörleri sırtıma alıp indirirdim”
Hekimin elinin altında her türlü aletin, personelin olması gerekir. Mesela ben dahiliye ihtisasımı yaparken şimdiki gibi küçük monitörler yoktu, kocaman dev monitörler vardı. O da az sayıdaydı, acil gerektiğinde ve personel olmadığında sırtıma alıp indirdiğimi hatırlıyorum. Hekim sayısı yeterli hale getirilmeli ama bu hekimler coğrafyanın her tarafına ihtiyaç doğrultusunda dengeli bir şekilde dağıtılmalı. İnsanlara hizmet etmekten zevk alan ve o hizmeti de çok az bir karşılık alarak yapan meslektaşlarımın büyük çoğunluğunun bu bahsettiğim kıstaslara sahip olduğunu düşünüyorum.
“Hekim donanımlı, şeffaf ve denetime açık olmalı, danışmalı”
Tıp mesleği çok donanım gerektiren bir meslek, mesleğinize çok iyi hakim olmanız lazım. Hatasız kul olmaz ama tıp alanı hemen hemen hatayı hiç kaldırmayan bir alan. Çünkü zararınız insan hayatına ya da insan hayatının kalitesine oluyor. Dolayısıyla tıpta “Primum non nocere” dediğimiz şekliyle önce zarar vermemeye bakmak lazım. Bizde konsültasyon danışma müesseseleri vardır. O anda içerisinden çıkamadığınız bilemediğiniz olguları muhakkak insanlarla konsülte etmeniz lazım. Ben hekimin şeffaf ve denetime açık olması gerektiği kanaatindeyim, kendim de böyle uyguladım, benim bir eksiğimi tamamlayan bir yanlışımı düzelten hekime çok müteşekkir oldum. Çünkü birisine verebileceğim bir zararı engellemiş oluyor. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?
“Okuyun, dış tecrübe edinin, dünya ile entegre olun”
Tıp alanı sürekli değişen çok dinamik bir alandır. Hele ki son yıllardaki değişimler geçmişle karşılaştırıldığında kıyas götürmeyecek hızda devam ediyor. O yenilikleri de takip edebiliyor olması lazım hekimin. Günde en azından birkaç saat okuması gerek. Muhakkak bilimsel gelişmeleri takip edeceği okumalar için kendine boş bir vakit yaratması gerekiyor. Bir de mutlaka kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Mesela dış tecrübe diyoruz. Ben Çukurova Tıp’ı bitirdim, Gazi Tıp’ta dahiliyeci oldum, Ankara Tıp’ta gastroenterolog oldum. Farklı merkezlerde çalışmanın bana sağladığı çok avantaj oldu. Dünya ile entegre olmak gerek. Kendi alanında deneyimli, isim yapmış merkezlerle yurtdışında belirli sürelerle deneyim kazanılabilir. Ama şimdilerde bizim ülkemiz de birçok ülke için tıp alanında cazibe merkezi haline geldi. İran’dan, Kazakistan’dan, Azerbeycan’dan, Afrika’dan ve başka birçok devletten gelip ihtisas yapan arkadaşlarımız var. Bizim ülkemiz de bu konuda böyle bir güzelliğe sahip olmaya başladı ama Amerika gibi, İngiltere gibi bu işe çok para ayıran ülkelerden de dış deneyim kazanmaya çalışılmalı. Onun için de en azından bir lisanı çok iyi öğrenmeleri gerek, öyle ki tıpta en geçerli lisan ingilizce. Dergiler, kitaplar da hep bu dilde. O yüzden İngilizceye hakim olmak şart diye bakıyorum.
Her şeye rağmen, mutlu olunabilir
Bunlar tabi biraz izafi, kişiye göre değişebilecek şeyler. Ama bazı temel kurallar da her meslekte var. Dolayısıyla ben bunları yapan hekimin maddi imkan açısından kısıtlı olmasına, mesleğin yorucu yüküne katlanmasına ve çalışma koşullarındaki birtakım olumsuzluklara rağmen mutlu olabileceği kanaatindeyim.