Medimagazin logo

Prof. Dr. Burak Doğangün: Biz yaşamadık o yaşasın demeyin, 2K prensibiyle sınır koyun

Her istediğini yapmanın, çocuğa yaşından ve konumundan büyük bir durumda olduğu yanılsamasını yaşattığını, bu çocukların da genelde mutsuz ve doyumsuz olduklarını söyleyen Ruh Sağlığı Uzmanı Prof. Burak Doğangün aileleri uyardı, “Biz yaşamadık o yaşasın, hiçbir isteği ertelenmesin ki, kendine güvenli biri olsun’ demeyin, çünkü durum hiç de böyle olmuyor” dedi. Doğangün, ruhsal ihtiyaçların giderilmesi ve sınır koymanın önemine vurgu yaptı
Kaynak: NTV - Tülay Karabağ
Prof. Dr. Burak Doğangün: Biz yaşamadık o yaşasın demeyin, 2K prensibiyle sınır koyun
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Birçok anne-baba, her türlü ihtiyacını giderdikleri, ilgilerini eksik etmedikleri ve ne isterse yaptıkları halde çocuklarının mutsuz olduğundan ve hiçbir şeyden memnun kalmadığından şikayet ediyor, “Biz her şeyi yapıyoruz, bu çocuk neden mutlu olamıyor?” diye soruyor. Ntv.com.tr, ailelerin sıkça dile getirdiği bu soruyu İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Burak Doğangün’e yöneltti.

Çocukların fiziksel ihtiyaçlarından çok ruhsal ihtiyaçlarının giderilmesi gerektiğine vurgu yapan ve “2K prensibine göre sınır koymanın” önemine işaret eden Doktor Burak Doğangün, “Uzun yıllardır çocuklar, ergenler ve aileleriyle çalışıyorum. Mutsuz olup olmadıklarını çocuklara veya gençlere sorduğumda, aslında ‘istedikleri’ olduğunda (yapıldığında) sıklıkla mutlu olduklarını belirttiklerini söylemeliyim. Ancak bu mutluluk halinin çok kısa sürüp, kolayca tersi bir duyguya dönüştüğünü klinikte ve günlük yaşamda artan bir sıklıkta gözlemlemekteyim. Yetişkinlerin mutluluğuyla paralel gitmese de kısa süreli mutlulukları yaşıyorlar ancak doyumsuz olduklarını söylemek hiç de yanlış olmaz” dedi.  

Çocuklarda ve gençlerde gözlenen bu genel mutsuzluk ve doyumsuzluk durumunun birçok sebepten kaynaklanabileceğini aktaran Prof. Doğangün, birinci sıraya teknolojiyi koyuyor: 

“ANINDA VE ZAHMETSİZ ULAŞILAN ŞEYİN KIYMETİ OLMUYOR”

“Birincisi; teknoloji sayesinde hemen her isteklerine anında ulaşabiliyorlar. Anında ve neredeyse zahmetsiz ulaşılan hemen her şeyin kıymeti de pek fazla olmuyor ya da havai fişek gibi aniden yaldızlar saçan bu kıymet çabuk sönüyor. Bu durumun pekişmesine ebeveynler büyük katkı sağlıyor. Çocuğunu mutsuz görünce hemen tekrar mutlu etmek için çoğu zaman maddiyatta büyük, ruhsallıkta pek bir önemi olmayan çabalama süreci başlatıyorlar. Yeni isteği hemen yerine getirmeye çalışıyorlar. Çocuğun ya da gencin ne hissettiğinden çok ne istediği öncelikli oluyor. İstek yerine getirildiğinde aslında ruhsal bakımdan gerekli olan ‘ihtiyaç’ giderilemeyip, sanki bir ‘ihtiyaçmışcasına’ fiziksel, maddi ödüller giriyor devreye. Çocuğun istediği alınıyor ama asıl gizil istek olan ruhsal ihtiyaç giderilemiyor. Ağrı kesici gibi düşünün, çocuk geçici bir süre mutlu olsa da teskin olamıyor. Aynı ağrı kesiciyi, her seferinde süresi daha da kısalan ataklar halinde tekrar istiyor.”

“ÇOCUK HAYATLA TANIŞMAYA BAŞLAYINCA ZORLUKLARLA YÜZLEŞİYOR”

Her isteğinin yapılmasının çocuğun fiziksel, zihinsel ve ruhsal gelişimini olumsuz etkilediğini vurgulayan Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Uzmanı, bu davranış şeklinin çocukta nasıl bir etki yarattığını şöyle anlatıyor: 

“Çünkü çocuğun her istediğini yapmak küçük yaşlardan itibaren ona, “sen bir komutansın, idarecisin, ebeveynsin” gibi yaşından ve konumundan daha büyük bir durumda olduğu yanılsamasını yaşatır. Bu durum, anne-babada da bir yanılsama oluşturur. ‘Ne olacak canım, biz yaşamadık o yaşasın, biz görmedik o görsün. Hiçbir istediği ertelenmesin ki, kendine güvenli biri olsun’ gibi söylemleri sıklıkla duyuyoruz ama özgüveni yüksek bir yetişkin olması amaçlanan çocukta durum hiç de böyle olmuyor. Daha bebeklikten itibaren her istediği yapılan çocuk kendisini anne-babadan daha üst konumda hissediyor. Sanki anne-babası fiziksel, ruhsal anlamda çocuktan daha güçsüz gibi. İlk zamanlarda hem çocuk hem de anne-baba bu yanılsamanın keyfini çıkarıyor ama sonra işler değişiyor, devreye ruhsal gerçeklik giriyor. Hayatla tanışmaya başlayınca çocuk, zorlukları ve bilinmezliğiyle de yüzleşiyor. 

“RUHSAL İHTİYACIN YERİNE SON KULLANMA TARİHİ HEMEN GELECEK BİR ÖDÜL GEÇİYOR” 

İşte tam da bu sırada çocuk şunu soruyor iç dünyasından; ‘eğer ben anne-babamdan daha güçlüysem, beni kim koruyacak?’ Bu, mutsuzluğa eşlik eden en yakın duygu aslında, yani kaygı. Çocuk kaygısıyla başedebilecek güçlü bir iç nesneyi bulamıyor, bocalıyor, huzursuzlanıyor. Huzursuzluk ve yetersizlik duygusu ebeveyne bulaşıyor, devreye yine kısır döngü giriyor. Ebeveyn, mutsuz çocuğu hemen mutlu etmek gerektiğini düşünüyor, istediği şeyi hemen alıyor, getiriyor. Huzursuzluğu geçici süre çözen ağrı kesici de işte dışarıdaki bu nesne oluyor ama kısa süreliğine. Çocuk oyalanıyor ama ruhsal ihtiyaç geçiştiriliyor, yerine son kullanma tarihi hemencecik gelecek bir ödül geçiyor.” 

“ÇOCUKLARI, YALANCI EMZİK GİBİ TELEFONLAR, TABLETLER SUSTURUYOR”

Bu döngünün aylarca, yıllarca tekrarlanması sonucunda kolayca mızmızlanan, hastalanan, zorluklardan hemen kaçan, mutsuz ve huzursuz çocukların büyüdüğünü dile getiren Prof. Doğangün, anne-babaların ise kaçışı kolay yolda bulduğunu belirtiyor ve “Adeta yalancı emzik gibi telefonlar, tabletler susturuyor çocukları. Hipnotize ettiğini söylemek bile fazla olmaz. Bu kısır döngü dikkat sorunlarını, organizasyon kusurlarını, duysal hassasiyetleri, çocuğun bir robot gibi kendi dünyasında kalmasını da beraberinde getiriyor” değerlendirmesinde bulunuyor. 

“BEN HERKESTEN, HER ŞEYDEN ÜSTÜNÜM VE ÖNEMLİYİM’ YANILSAMASI DEVREYE GİRİYOR”

Günümüzdeki birçok anne-babanın, hemen her şeye “tamam” diyen, “hayır” diyemeyen, sorgusuz sualsiz çalışmak, hep ötekini öncelemek gerektiği felsefesiyle büyümüş çocuklar olduğunu ifade eden Doğangün, “İşte o çocuklar, günümüz ergenlerinin anne-babaları oldular. Kendi çocukluklarında yaşadıklarını, çocuklarının yaşamasını istemiyorlar. ‘Hayır’ diyebilsinler, isteklerini, düşüncelerini, fikirlerini güvenle, özgürce ifade etsinler istiyorlar. Kendi çocukluklarını, çocukları üzerinden onarmaya çalışıyorlar. Bu durum prensipte gayet iyi görünse de işin dozu kaçabiliyor. Böyle bir durumda da ‘ben herkesten, her şeyden daha üstünüm ve önemliyim’ yanılsaması devreye giriyor. Ötekini düşünemeyen, önemseyemeyen, empati kuramayan gençleri, çocukları görebiliyoruz. En ufak bir engellenme, zorlanma, ötelenme ise mutsuzluğu, huzursuzluğu, öfkeyi ve saygısızlığı ortaya çıkarabiliyor” diyor. 

“ÇOCUK BENCİL, SAYGISIZ VE SOSYOPAT YAPIYA BÜRÜNEBİLİR”

“Günümüz çocuklarında sık gözlemlenen bu doyumsuz tavırların ve bencilliğin, o çocuk büyüyüp sosyal hayata karıştığında topluma yansıması nasıl oluyor? Kural tanımayan, diğerine saygı göstermeyen, çevreye ve hayvanlara kötü davranan insan tipi bu nedenle artıyor diyebilir miyiz?” şeklindeki soruya Prof. Doğangün’ün yanıtı şöyle: 

“Şunu belirtmeleyim ki ben gençlerden çok ümitliyim. Bir taraftan çok ilgisiz, duyarsız gibi görünseler de öte yandan çoğunlukla, ‘bana dokunmayan bin yaşasın’ diye düşünmüyorlar. Ancak sizin de söylediğiniz gibi doyumsuzluğun sosyal yaşam için ciddi risk oluşturduğunu düşünüyorum. Özellikle de ruhsal doyumsuzluğun altını bir kez daha çizmek gerekir. İşte bu ruhsal doyumsuzluğu yaşayan, sosyal destek mekanizmaları yetersiz, özellikle de iyi bir eğitimden mahrum çocuklar ileriki hayatlarında bahsettiğiniz gibi bencil, saygısız, hatta sosyopat yapıya bürünebiliyorlar. Klinikte davranım bozukluğu, ileriki hayatlarında antisosyal kişilik bozukluğu dediğimiz durum gelişebiliyor.”

Sadece “çocuğun rahatı ve zevk aldığı şeylere” indirgenmiş bu yaklaşımın, çocuğun okul başarısını, yetişkin birey olduğunda ise işlerini ve ilişkilerini nasıl etkileyeceğine de değinen Dr. Doğangün, bu yaklaşımın çocuğun tüm hayatını olumsuz etkileyeceğinin altını çiziyor: 

“ÇOCUK, ‘DÜNYA BENİM ETRAFIMDA DÖNÜYOR’ YANILSAMASINI SÜRDÜRÜR”

“Fiziksel, zihinsel, ruhsal ve de sosyal gelişiminin önüne tabir caizse set çekilmiş oluyor. Bu seti aşan çocuklar olsa da fazladan çaba, emek gerekiyor. Sürekli rahata alışmış çocuk ilk olarak kreşe, okula başladığında hayatın pamuklara sarılmış bir yapı olmadığını görür. ‘En güçlü, en iyi benim’ yanılsaması ne kadar fazlaysa, okul hayatında yaşadığı şok ve baş etmesi gereken zorluk da o kadar fazla olur. Belli bir düzeyde ruhsal destek varsa, mücadele edecek yakıtı bulur iç dünyasında. Öteki türlü davranış sorunları geliştirir, mutsuz olur, ötekileştirilir, dışlanır, tepki alır, zorlanır. Anne-babalar da şaşkına döner. Sorunu dışarıda ararlar ve çoğu zaman, çocuğa ‘sorun sende değil, sen en iyisin’ mesajını tekrarlarlar. Yuva, kreş değiştirilir. Mutsuz çocuk oyuncaklarla, tabletlerle beslenir. Böylelikle çocuk, ‘dünya benim etrafımda dönüyor’ yanılsamasını sürdürür. 

“ÇOCUK KURAL KOYANA YANİ ÖĞRETMENE VE İDARECİLERE KAFA TUTAR”

İlkokul dönemine gelindiğinde sorun pekişir. ‘Benim istediğim hemen burada olacak’ düşüncesine alışmış çocuk çok zorlanır. isteklerini öteleyemez, beklemekte zorlanır, sıkılır, dikkat sorunları yaşar. Haz hemen doyurulmalıdır. Kural koyana yani öğretmene ve idarecilere kafa tutar öncelikle. Hele hele, ‘sizin paranızı biz veriyoruz’ şeklinde okulu satın almışcasına yaklaşımlarda bulunan bir ebeveyne sahipse, yanılsama sürer, okulla çatışma artar, yeni bir okulun yolu görünür. 

“MUTSUZLUĞU PEKİŞEN ÇOCUĞA YENİ AĞRI KESİCİLER GEREKİR, DOZ ARTAR”

İstikrarsızlık ruhsal yaşamında, dışlandığı ve sevilmediği algısını, bu da mutsuzluğunu artırır. Zihinsel açıdan iyi yani zeki olsa da akademik hayat yani okul onun için ruhsal bir ızdıraba dönüşür. Mutsuzluğu pekişen çocuğa yeni ağrı kesiciler gerekir. Doz artar. Bu sefer tabletler değil, oyun konsolları, bilgisayarları alınır çocuk mutlu olsun diye. Bunu yapmak için kredi çeken aileler bile tanıyorum. Çocuğun yaşı ilerledikçe döngü yinelenir. Doz daha da artar. Yaş ergenliğe geldiğinde, çocuğu mutlu edecek oyuncak araba olabilir. Kredi bu sefer de araba için çekilir. Genç o arabayla ayağını yerden keser ama kural tanımadığı için kaza kaçınılmaz olur. Anne-babanın çocukluğundan beri koymadığı kural, ‘devlet baba’nın kuralına yani kanunlara çarpınca karşısına çıkar.”

ANNE-BABALAR NE YAPMALI?

Prof. Burak Doğangün, insanlara, hayvanlara, çevreye saygı ile yaklaşabilen ve “mutlu” olabilen çocuklar yetiştirmek için anne babaların çocuklarıyla iletişimlerinde ve ilişkilerinde ağırlık verecekleri noktalarla igili önerilerini ise şöyle aktarıyor: 

“Her ne kadar olumsuz bir tablo çizmiş gibi olsak da ilk önerim umutsuzluğa kapılmamaları olur. Ebeveynlik için tek bir doğru yok, her çocuk özel, her aile özneldir. Sağduyulu davranmak, arada hata yapmaktan korkmamak ama sürekli ve düzenli bir sorun yaşanıyorsa da aynaya bakıp, ‘yolunda gitmeyen bir şey var galiba’ diye düşünüp destek aramak önemli. 

“ÇOCUK MUTLU OLMAYI ÖNCE ANNE-BABASINDAN ÖĞRENİR”

Ailelerle çalışırken tekrarladığım bir cümle var; Bir şey yapabilmek için önce ‘olmak’ gerekir diye. Anne babaların da ilk olarak akıllarında tutması gereken şey bu bence. Çocuk mutlu olmayı önce anne-babasından öğrenir. Aileler, sadece çocuğun istediğinin yapıldığı, ‘aman onu mutsuz edersem geri dönüşümsüz bir hasara neden olurum’ diye düşünülen, belki zaman olarak fazlaca ama içi kalitesiz mecburi birlikteliklerden kaçınmalılar. Gerektiğinde kendileri için meşguliyet bulmalı, onları mutlu edecek birlikte ve yalnız geçirdikleri kaliteli zaman dilimleri oluşturmalılar. 

“ÇOCUĞUNUZLA ARKADAŞ OLMAYIN, EBEVEYN OLMAKTAN KORKMAYIN”

Çocuğun özellikle bebeklik döneminde anneden, babadan ‘ben biriciğim, özelim, kıymetliyim’ duygusunu alması önemlidir. Ama bunun bir sınırı olmalıdır. Çocuğun istekleri önemlidir ama ne istediğinden çok neye ihtiyaç duyduğunu anlamaya çalışmak gerekir. 

Açıkçası; anne-babaların bir dönem moda olan ‘çocuğumla arkadaş olmalıyım’ prensibini yanlış buluyorum. Çocuğun onlarca arkadaşı, öğretmeni, birçok amcası, dayısı, teyzesi ve kardeşi olabilir. Ama sadece bir tane anne-babası var, o yüzden ebeveyn olmaktan korkmamak gerekir. Başka bir deyişle, çocuğun anne-babayla bir konum farkı olduğunu bilmesi önemlidir. Özgüvenli, sağlıklı, sosyal, ruhsal insani değerleri, ahlaki gelişiminin iyi olabilmesi için, kendisine örnek aldığı ve en önemlisi her an bir sembol olarak iç dünyasına yerleştirdiği güçlü nesneler olarak yerleştireceği anne-baba sembolleri önemli. Bunun da iki yolu var; aileler şevkat dillerini sıkça kullanmalılar ve çocuğu önemli hissetirmeliler. Yine tatlı dille ama kararlılıkla sınır yani kural koymalılar.

2K PRENSİBİ: KARARLI VE KONTROLLÜ

Sınır koyarken 2K prensibine dikkat etmeliler. Yani kararlı ve kontrollü olmalılar. Eğer bir kural varsa neden o kuralın olduğu kararlı bir şekilde açıklanmalı yine kararlı bir biçimde uygulanmalıdır. Ebeveynlerden birinin koyduğu kuralı diğerinin delmesi de kararlılığı etkiler. Uygulanamayacak kadar fazla ve gereksiz kurallar konulmamalıdır. O zaman çocuğun anne babasına güveni sarsılır. Dikkat edilmesi gereken ikinci K ise kontroldür. Ebeveyn önce kendi yaptıklarını ve öfkesini kontrol edebilmelidir. Öfke, olumsuz bir davranım aynalamasına neden olacağı gibi sınırları, kuralları da işlevsizleştirir.” 

çocuk ruh sağlığı
burak doğangün
Yorum (1)
Hasan Akdemir
Çocuklara, en yukardakinin kurallarına uymayı öğretemediğimiz sürece, bizim koyduğumuz kuralları en ufak fırsatta delme-eğriltme gibi yöntemlerle kaale almadıkları gibi, çoğu da potansiyel psikiyatri hastası olarak yetişiyor. Psikiyatristlerin kapısında her geçen gün artarak dağ gibi olan genç nüfusu gözünüzün önünüze getirirseniz, toplumsal geleceğimizi tehdit eden en büyük ve yakın geleceğin ne nükleer savaş, ne de çevre kirliliği olmadığını görürsünüz.
11
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir