Medimagazin logo

'Sağlık profesyonelleri obezite hastasına daha fazla önem vermeli'

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Alper Sönmez, obezitenin tanı ve tedavi aşamaları hakkında bilgiler verdi. Medimagazin’e açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Sönmez, “Obezite görülme hızı giderek arttığı halde, sağlık sisteminde Obezite hastalarına yeterli zaman ayrılamıyor. Obezite hastalarının etkin tedavisinin yapılabilmesi için, Obezite merkezlerinin yaygınlaştırılması ve bilimsel kurallara uygun şekilde çalışması çok önemlidir. “ dedi
Kaynak: MEDİMAGAZİN
'Sağlık profesyonelleri obezite hastasına daha fazla önem vermeli'
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Türkiye’de yaklaşık 20 milyon obezite hastası bulunduğunu ve obezite tanısı koymak için en basit yolun beden kitle indeksi (BKİ)nin değerlendirilmesi olduğunu söyleyen Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Alper Sönmez; “Sağlıklı bir insanın BKİ değeri 18-25 kg/m2 arasında olmalıdır. Bu değerin 25-29,9 kg/m2 olması fazla kilolu, 30 kg/m2 üzerinde olması ise obezite hastası olmak demektir.” dedi.

BKİ ölçümünün kaba bir tahmin aracı olduğuna da dikkat çeken Prof. Dr. Sönmez, Türkiye’de erişkinlerde kilolu ve obeziteli olma kararını verdiren bel çevresi değerlerini şu şekilde açıkladı:

“BKİ ölçümü kaba bir tahmin aracıdır ve bazı kişilerde yanılma payı içerebilir. Örneğin; iri yapılı, kas kitlesi gelişmiş kişilerde BKİ yüksek olduğu hâlde yağ kitlesi normal sınırlarda olabilir. Veya zayıf çelimsiz kişilerde BKİ değeri yüksek olmadığı hâlde karın içi yağlanma artmış olabilir. Bu nedenle tek başına BKİ ile obezite tanısı koymamak uygun olur. Bel çevresinin ölçülmesi karın içi yağlanma miktarını yansıttığından, obezite hakkında daha doğru karar verilmesini sağlar. Ülkemizde erişkinlerde kilolu ve obeziteli olma kararını verdiren bel çevresi değerleri şunlardır:

  • Erkekler için: Kilolu 90 cm, obezite100 cm
  • Kadınlar için: Kilolu 80 cm, obezite 90 cm”

Türkiye’de çocuklarda ve erişkinlerde fazla kilo ve obezite görülme sıklığı ile ilgili olarak ‘Avrupa’da obezitenin en yoğun olduğu ülke’ değerlendirmesini yapan Prof. Dr. Alper Sönmez; “Rakamlar Türkiye’de obezite görülme oranın hem erişkinlerde hem de çocuklarda giderek arttığını gösteriyor. Ülkemizde obezite sıklığını araştıran en geniş çalışmalar olan Türkiye Diyabet, Hipertansiyon, Obezite ve Endokrinolojik Hastalıklar Prevalans Çalışması-II ve Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması verilerine göre; ülkemizdeki her üç erişkinden sadece biri normal vücut ağırlığına sahip iken, diğer ikisinde kilo fazlalığı veya obezite mevcut. Obezite, kadınlarımız için daha da büyük bir tehdit. Kadınlarda obezite görülme sıklığı (yüzde 40) erkeklerin (yüzde 20) iki kat üzerinde.

Obezite salgınından çocuklarımız da olumsuz olarak etkileniyor. Çalışmalar, ülkemizdeki her dört çocuktan birinin fazla kilolu veya obezite hastası olduğunu gösteriyor. Türkiye Çocukluk Çağı Şişmanlık Araştırması, 2016 yılında ilkokul öğrencileri arasında obezite oranını yüzde 10, fazla kilolu olma oranını yüzde 15 olarak bildirdi. İşin daha da kötüsü, dönemsel olarak tekrarlanan bu araştırmalardaki rakamlar giderek yükselmektedir.” ifadelerini kullandı.

“Obezite görülme sıklığındaki artışın en önemli nedeni modern yaşam “

Obezite görülme sıklığındaki artışın nedenlerine değinen Prof. Dr. Sönmez, en önemli neden olarak ‘modern yaşam’ denilen hayat biçimi olduğunu gösterirken, günümüz insanının olması gerekenden çok daha az hareket ettiğini ve çok daha fazla enerji aldığını belirtti.

Prof. Dr. Sönmez, sözlerini şöyle sürdürdü: “Canlılar besine ulaşmak ya da bir başka yırtıcıya yem olmamak için sürekli hareket ederler. Ancak modern yaşam koşulları günümüzde insanların hareket etme ihtiyacını da önemli ölçüde ortadan kaldırmıştır. Kaslarını giderek daha az kullanan ama enerji almaya devam eden insan, aldığı bu fazla enerjiyi sürekli yağ dokusu olarak depolamaktadır.

Modern yaşamın neden olduğu diğer sorunlar da bu enerji kısır döngüsünü körüklemekte ve obezitenin bir salgın hâlini almasına neden olmaktadır. Bu sorunların başında iştah merkezimizin sürekli uyarılmasına neden olan çevresel faktörler gelir. İştah, sadece mideden gelen açlık sinyallerince tetiklenmez. Besinlerin görüntülerine veya kokularına maruz kalmak beslenme davranışını tetikler. Günümüzde yaşam ortamları, insanlara farklı besinleri sürekli olarak sunmakta, onları sürekli olarak beslenmeye itmektedir. Uyku uyanıklık döngüsünün giderek bozulması, kimyasal katkıları bolca içeren, kaloriden zengin rafine besinlerin sıkça tüketilmeye başlaması da obeziteye neden olan önemli faktörler arasındadır.”

“Birçok kronik metabolik hastalığın zemininde obezite yatar”

Obezitenin yol açtığı sağlık sorunları hakkında bilgi veren Prof. Dr. Sönmez, obezitenin tüm dünyada kronik hastalıkların başlıca nedeni olduğunu belirterek; “Başta Tip 2 diyabet olmak üzere; hipertansiyon, dislipidemi, alkole bağlı olmayan yağlı karaciğer hastalığı gibi birçok kronik metabolik hastalığın zemininde obezite yatar. Obezite hastalarında kanser gelişimine, astım ve solunum yolu hastalıklarına, uyku apnesine daha sık rastlanır. Ayrıca, kas-iskelet sistemine ait pek çok mekanik yakınma ve depresyon, duygudurum bozuklukları gibi ruhsal hastalıklar da obezitede çok sık görülür.” ifadelerini kullandı.

Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD) tarafından gerçekleştirilen ulusal diyabet araştırması hakkında bilgiler veren Prof. Dr. Sönmez, TEMD çalışmasının Türkiye’deki erişkin Tip 2 diyabet hastalarının yüzde 90’ının fazla kilolu veya obezite hastası olduğunu gösterdiğini belirtti. TEMD çalışmasının, BKİ arttıkça kan şekeri kontrolünün bozulduğunu net bir biçimde ortaya koyduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sönmez; “Eğer obezite diye bir sorunumuz olmasa ülkemizin sağlık bütçesinin dörtte birini ayırdığımız Tip 2 diyabet gibi bir hastalığın da bulunmayacağını söyleyebiliriz.” dedi.

İdeal obezite tedavisi için multidisipliner yaklaşım

Dünyada ve Türkiye’de birçok hekimin obeziteyi yeterince önemsemediğini ifade eden Prof. Dr. Sönmez, obezitenin, teşhisi en kolay hastalık olduğunu işaret ederek; “Tüm dünyada toplam sağlık harcamalarının büyük kısmı obeziteye bağlı gelişen hastalıklar için kullanılıyor. Sıradan bir poliklinik gününde pek çok hekim hastalarının kan basıncına, lipit düzeyine, kan şekerinin ne olduğuna bakar ve önerilerde bulunur. Ancak, pek az hekim hastalarının vücut ağırlığını ölçer. Gerçekte, tüm bu sorunların merkezinde fazla kiloluluk ve obezite durmaktadır. Farkında olunmayan, tanı almayan bir hastalığın tedavisi için de gerekli çaba gösterilmiyor elbette. Boy ve vücut ağırlığı ölçümü ile büyük ölçüde tanı koymak mümkündür.” dedi.

Türkiye’de yaklaşık 20 milyon obezite hastası bulunduğunu ve buna karşın 500 endokrinolog, 5 bin iç hastalıkları uzmanı ve 25 bin aile hekimi olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Sönmez, bu rakamların obezite ile mücadelenin birinci basamak sağlık kuruluşlarından başlaması gerektiğini açıkça ortaya koyduğunu belirtiyor. “Bu denli sık görülen kronik bir hastalıkla mücadele edebilmek için her sağlık teşkilinde aşamalı olarak yaklaşımda bulunulması gereklidir.” diyen Prof. Dr. Sönmez, obezite ile mücadele için görev alan personelin ne yapacağını bilmesi, yeterli beceri, deneyim ve donanıma sahip olması gerektiğini belirterek şu uyarılarda bulundu:  

“Obezite tedavisinde başarı için bir ekip olarak hastaya yaklaşılmalıdır. Bu ekip, hastayı sık ve düzenli olarak takip etmeli, olumsuz yaşam alışkanlıklarını değiştirecek şekilde motive etmeli, hastaya hedefler koymalı ve her kontrolde bu hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığını kontrol etmelidir.

İdeal bir obezite tedavi ekibi için de en azından bir doktor, hemşire, diyetisyen, psikolog ve bir egzersiz uzmanı yer almalıdır. Bu kişiler obezite hastasını birlikte izlemeli, tedavi hedeflerine uyup uymadıklarını tespit etmeli, gerekli durumlarda tedavi değişiklikleri için ortak karar almalıdırlar.

Egzersiz uzmanı, hastanın fiziksel kapasitesine en uygun egzersiz reçetesini düzenlemelidir. Egzersiz reçetesi düzenlenirken hastanın mekanik sorunları, eşlik eden hastalıkları ve komplikasyonları göz önüne alınmalıdır.”

“Bazı hastalarımız umut tacirlerince maalesef kandırılıyorlar”

Türkiye’de obezite hastalarının başvurabileceği uygun donanım ve kapasiteye sahip obezite merkezi bulunmadığını belirten Prof. Dr. Sönmez, hastaların çoğu defa devlet kurumlarında yeterli tedavi alamadığını, bu nedenle pek çok obezite hastasının sorunlarının çaresini doktorların veya diyetisyenlerin özel ofislerinde aradığını veya ameliyat olmak için doğrudan bariatrik cerrahlara başvurduklarını kaydetti. Yeterli sistematik değerlendirme ve takip yapılmadan gerçekleştirilen cerrahi girişimlerin önemli komplikasyonlara neden olabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Sönmez; “Yazılı ve görsel basında ve internet ortamında mucize tedaviler pazarlanıyor, bazı hastalarımız umut tacirlerince maalesef kandırılıyorlar.” dedi.

“Obezite hastalarının birinci basamakta tanı ve tedavisini gerçekleştirmek için organize olunmalı”

Obezite hastalarının bu sorunları çözebilmek için ülke genelinde yaygın olarak hizmet veren ve standart biçimde çalışan obezite merkezlerine ihtiyaç olduğunu belirten Prof. Dr. Sönmez, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Geçtiğimiz yıl T.C. Sağlık Bakanlığı, ülke genelinde obezite merkezlerini kurmak ve yaygınlaştırmak amacıyla önemli adımlar attı. Kurulan bu merkezler ikinci ve üçüncü basamakta obezite tedavisini hedeflemektedirler. Ancak, bu merkezlerin koordinasyon sorunları devam etmekte olup, henüz yeterince etkin biçimde çalışmaya başlamamışlardır. Bu merkezlerin ekip ve donanımlarının güçlendirilmesi ile başarılarının artacağını düşünüyorum.

Ülkemizde obezite hastalarını standart biçimde tedavi edebilmek amacıyla kurulmuş başka obezite merkezleri de bulunmaktadır. Türkiye Obezite Araştırmaları Derneği (TOAD) tarafınca koordine edilen ve Avrupa Obezite Derneği tarafınca sertifikalandırılmış olan bu merkezler İstanbul ve Ankara’da yer almaktadır. Söz konusu merkezlerin sayısının artırılması ve ülke çapında yaygınlaştırılması için TEMD Obezite Hipertansiyon Dislipidemi Çalışma Grubu ile TOAD iş birliği yapmaya karar vermiştir.

Ancak, obezite hastalarının sayısı dikkate alındığında, yukarıdaki yaklaşımların tek başlarına yeterli olamayacağı ortadadır. Obezite hastalarının öncelikle birinci basamakta tanı ve tedavisini gerçekleştirmek için organize olunmalı ve gerekli adımlar hızla atılmalıdır.”

“Obezite tedavilerinin fiyatından çok maliyet etkinliği önemlidir”

Türkiye’de neredeyse herkesin sosyal güvenlik şemsiyesi altında olduğunu ve bu açıdan Türkiye’nin dünyaya örnek teşkil edecek bir sosyal devlet olduğunu belirten Prof. Dr. Sönmez; “Tedavi giderlerinin Sağlık Uygulama Tebliği tarafınca karşılanması ile ilgili en büyük sorun, ulusal maliyet etkinlik verilerimizin eksikliği. Böyle olunca hastalıkların tedavi maliyeti aylık kutu başı ilaç fiyatları üzerinden hesaplanıp, pahalı olduğu düşünülen tedavilere kısıtlamalar getirilebiliyor. Oysa bu hesaplamada dikkate alınması gereken başka ölçütler de var. Bir tedavi ile hastanın diğer pek çok ilacının kesilmesi mümkünse, hastane yatışları, komplikasyonlar ve iş gücü kayıplarında azalma sağlanıyorsa, o tedavinin maliyet etkin olduğundan söz etmek mümkündür. Kilo kontrolü ile ilgili tedavi yaklaşımlarına da bu anlayışla bakmak gerektiğini düşünüyorum.” ifadelerini kullandı.

“Multidisipliner anlayışla çalışabilecek yeterli sayıda sağlık profesyoneli yok”

Obezite tedavisinde multidisipliner yaklaşım için yeterli sağlık personeli olmadığını ifade eden Prof. Dr. Sönmez, “Obezite gibi kronik bir hastalığın tedavisi için bilgili, istekli ve deneyimli sağlık profesyonellerine ve bu profesyonellerin iş birliğine ihtiyaç var. Ancak, günümüzde bu multidisipliner anlayışla çalışabilecek yeterli sayıda sağlık profesyoneli olduğunu söylemek mümkün değil. Bunun bence en önemli nedeni, güncel performans uygulaması. “Çok hasta, çok performans” diye kısaca özetlenebilecek bu uygulama ile obezite hastasını tedavi altına almak oldukça zor görünüyor.” dedi.

“Obezitenin ilaçla tedavisinde önemli ilerlemeler var” 

Obezitenin ilaçla tedavisinde son yıllarda önemli ilerlemeler olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sönmez; “Obezitenin tıbbi tedavisine ait geçmiş deneyimlerimiz pek yüz güldürücü değildi. Bu alanda büyük umutlarla sahaya giren ilaçlar ya yeterince etkili olmadıkları için ya da önemli yan etkileri nedeni ile sahadan çekildiler. Ancak, son yıllarda bu yönde önemli ilerlemelere tanık oluyoruz.” dedi.

Araştırmaların en çok iştah merkezini kontrol etmeye yönelik tedaviler üzerinde yoğunlaştığını kaydeden Prof. Dr. Sönmez, güncel çalışmalar ile ilgili şunları kaydetti:

“Besinlerin sindirim ve emilimini önlemeye yönelik ilaçlar ve fazla enerjinin yağ olarak depolanmak yerine ısı enerjisine dönüştürülerek tüketilmesi yönündeki araştırmalar yoğun biçimde devam etmekte.

Son yıllarda bağırsak kaynaklı hormonların (İnkretin hormonlar) iştah merkezi ve insülin duyarlılığı üzerindeki etkilerinin daha iyi anlaşılması sayesinde, obezite tedavisinde büyük gelişmeler yaşanıyor. İnkretin hormonlar içinde en iyi bildiğimiz ve en çok konuştuğumuz glukagon benzeri peptit-1 [glucagon-like peptide-1 (GLP-l)] hormonudur. İnce bağırsaktan salınan GLP-1, iştah merkezi üzerindeki etkisiyle acıkma hissini azaltır iken, yemek sonrası doyma hissini artırmaktadır. GLP-1, öte yandan, pankreastan insülin salınmasını ve insülinin dokular tarafınca daha iyi kullanılmasını sağlar. GLP-1 hormonunun sentetik analogları bu etkileri ile Tip 2 diyabet ve obezite tedavisinde gerçekten önemli bir dönem başlatmıştır. Bu grubun bir üyesi olan liraglutid 3,0 mg bir yılda yaklaşık yüzde 10 kilo kaybı sağlayarak obezite tedavisi için endikasyon alan ilk ve tek GLP-1 agonistidir.

Önümüzdeki yıllarda obezitenin tıbbi tedavisinde daha güçlü sentetik GLP-1 agonistlerini kullanmaya başlayacağız. Grubun önemli üyelerinden semaglutid faz çalışmalarında yaklaşık yüzde 15’lik kilo kaybı sağlanmış olup, yakın gelecekte obezitenin tıbbi tedavisine girmesi beklenen en güçlü adaydır. Öte yandan, GLP1 ve glukagon reseptörlerinin dual agonistleri veya üçlü inkretin hormon kombinasyonları da gelecekte tedavide kullanma olasılığı olan ajanlardır. Bu tedavilere ait faz çalışmalarında önemli başarılar elde edilmiştir.”

 

“Sağlık profesyonelleri hastalarını cesaretlendirmeli”

Son yapılan araştırmalar, fazla kilolu ve obeziteli bireylerin karşılaştıkları ön yargılar nedeni ile tedavi için sağlık profesyonellerine başvurmakta geciktiklerini gösteriyor. Sağlık profesyonellerinin hastaya yaklaşımında cesaretlendirici tavırda olması gerektiğini belirten Prof. Dr. Sönmez, şu uyarılarda bulundu:

“Obezite hastaları sadece kronik hastalıkların tehdidi altında değiller. Birçoğu aile içinde, okulda, iş yerinde, toplu ulaşım araçlarında negatif ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Sağlık profesyonellerinin bile hastalık olarak kabul etmekte zorlandıkları bu sorun, toplumun geneli tarafınca daha da büyük bir ön yargı ile karşılanıyor. Obezitenin kişinin kendi hatası olduğuna, bir iradesizlik veya öz denetim eksikliği nedeni ile geliştiğine inanılıyor. Oysa bu düşünce gerçeği yansıtmıyor. Günümüzde obezitenin büyük ölçüde çoklu genetik sorunlar ve çevresel faktörler tarafınca ortaya çıkan kronik metabolik bir hastalık olduğunu biliyoruz.

Obezite hastaları, genellikle sağlık profesyonellerine başvurmadan önce uzun yıllar başarısız kilo verme girişimlerinde bulunmuş ve öz güvenleri sarsılmıştır. Desteğe ve yardıma ihtiyaçları vardır. Bu nedenle, obezite hastaları ile iletişim kuran sağlık profesyonellerinin öncelikle yargılayıcı bir dil kullanmamaya özen göstermeleri gerekir. Onlara hedefler koymalı ve bu hedeflere ulaşabilmeleri sürecinde hastalarını desteklemelidirler.

Ayrıca, obezite hastaları ile görüşürken kullandığımız terminolojiye de dikkat etmeliyiz. “Obez, obez kişi, obez hasta, obez birey, şişman, şişman kişi” gibi tanımlamaları kullanmamaya özen göstermeliyiz. Obezitenin bir hastalık olduğunu düşünüyorsak, bu hastalığa maruz kalan kişiye de ‘obeziteli birey’ denmesi gerektiğini bilmeli ve bu terminolojiyi dilimize yerleştirmeliyiz.”

obezite
alper sönmez
Bu habere ilk yorumu siz yapabilirsiniz...
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir