Medimagazin logo

60 yıllık Hekim: İbrahim Tatlıses;in 1 günde aldığını biz 10 senede aldık

Rafet Erten: 60 yıllık hekim. Hekimliği ile övündüğünü düşünecekler diye hekim olduğunu söylemekten çekinen, ama bu 60 yılın neticesinde, şimdi doktor olduğum için o kadar iftihar ediyorum ki diyebilen bir hekim. Okumak güzel ama toprakla da uğraşmak güzel diyen, yaşamda her şeyden kendini sorumlu tutacak kadar hayata inanan ve tutkulu bir hekim
60 yıllık Hekim: İbrahim Tatlıses;in 1 günde aldığını biz 10 senede aldık
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Rafet Erten: 60 yıllık hekim. Hekimliği ile övündüğünü düşünecekler diye hekim olduğunu söylemekten çekinen, ama bu 60 yılın neticesinde, şimdi doktor olduğum için o kadar iftihar ediyorum ki diyebilen bir hekim. Okumak güzel ama toprakla da uğraşmak güzel diyen, yaşamda her şeyden kendini sorumlu tutacak kadar hayata inanan ve tutkulu bir hekim. Asıl olan muhabettir deyip dost üretme çiftliği kuran bir hekim.

Kaynak: www.ato.org.tr

Handan Hanım - Hangi okuldan mezun oldunuz? Ankara kökenli misiniz?

Rafet Erten - 1947 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oldum.47 liliyiz biz. O zamanlarda da bildiğiniz gibi başka fakülte yoktu. Bir tane üniversite var. Bir de burada Ziraat Fakültesi vardı. O da sonradan açıldı. 47 senesinin Temmuz ayında en son Cerrahi sınavımı verdim. Arkadaşlarımın ve benim çok çalışkan olduğumuzu düşünüyorum. Neden? Biz yurtluyuz. O zamanlar Tıp Talebe Yurdu vardı. Sağlık Bakanlığına bağlıydı. Sağlık Bakanlığı, liseyi ya da olgunluğu pekiyi ile bitirmiş, 18 yaşını geçmiş sağlıklı olan gençleri sınavsız olarak alıyordu. Zaten o zamanlar sınav yoktu. Ve biz de Anadolu’dan gelmişiz, fakir çocuklarız. Bu nedenle de çok çalışıyoruz, hep pekiyi getiriyoruz. 10 yıl süren emekten sonra doktor oldum ve bana doktor olduğumu söyledikleri zaman çok şaşırdım. Doktorluk, benim çocukluğumdan beri çok büyük bulduğum bir meslekti. Gözümde çok büyüttüğüm, taptığım bir meslekti. Allah nasip etti, o gün bugün adımız doktor olarak anılıyor.

Handan Kurtbaş - Çok güzel bir şey bu. Benzer özelliklere sahip tanıdığım ikinci kişisiniz .Kendimi şanslı görüyorum.93 yaşında, hala yaşayan bir hekim oda. Bu mesleği onunla tanıdım ve sevdim.

R.E - Teşekkür ederim, çok da iyi ettiniz.

H.K - . O dönemi, İstanbul Tıp Fakültesini bize anlatır mısınız?

R.E - Fakülte açıldıktan 2-3 sene sonra yurtlar açıldı. Muhtelif bazı köşkleri yurt yapmışlardı. Yemek, içmek bedavaydı. Harp zamanıydı zaten. Her tarafta karartma vardı. Millet 250 gr. ekmek bulamıyordu. Allah zeval vermesin, bu devlet 17 sene olmuş kurulalı, biz 1947 yılında geliyoruz ve bu kadar kısa bir devre içinde fakülteler açılıyor, yollar yapılıyor, hastalıklarla uğraşılıyor ve devlet bizi doktor olsun diye yetiştiriyor. Ben bugün dahi o devlete borcumu ödediğimi zannetmiyorum. Bakın bunca zaman, serbest çalıştım, Ankara Hastanesi çocuk bölümünde şeflik yaptım, Almanya’da ihtisas yaptım. Her şeyimi doktorluğa borçluyum. İnanın ki böylesine idealist bir devirdi herkes idealist; veterineri, doktoru, hâkimi hepsi öyle. Herkeste Atatürk’ün verdiği bir ruh var. Hepimizde idealizm tutkusu var.

H.K - 47 liler den bahseder misiniz? 47’li olmak demek ne demek? Bu yazıyı okuyan genç hekimler bunu öğrensinler istiyorum.

R.E - Daha önce söylediğim gibi 47’liler; çok çalışkan, Anadolu’da liseyi ve olgunluğu pekiyi ile bitirenler. O zamanlar sınavlar yoktu ama liseyi ve olgunluğu pekiyi ile bitirme şartı vardı. Bir de tabi sağlık muayenelerinden iyi geçmek gerekiyordu. Çünkü yurtlarda kalınacak. Yani 47’lilerin özelliği budur. Şimdi siz değişik yerlerden okumaya gelen öğrenciler oluyorsunuz ama onlar 6 sene aynı yerde okuyup yazıyorlar. Aynı dershaneleri, yatak odalarını, yemekleri görüyorlar. Devletin yurdu yani.

H.K - Devletin bu hizmetine üniversite eğitimi de dahil değil mi?

R.E - Tabi ki ama devlete 4 sene hizmet edeceksiniz, yani 4 sene borcunuz var. Biz 18 yaşında gençler değişik yerlerden gelmişiz, yurtta toplanıyoruz, kimse birbirini tanımıyor. Elbiselerimiz bile aynıydı. Devlet bize giysi de veriyordu. Senede bir takım elbise, 3 senede bir palto, berberi hamamı bedava.

H.K - Yani hiç bir şeye ihtiyacınız olmadan okuyabiliyordunuz.

R.E - Tabi, ama bunun da şartları vardı. İkmale kalırsanız ya da sınıfta kalırsanız derhal atılıyorsunuz. Onun için bütün yurtlular çok çalışmak zorundadır. O kadar hoş bir hayat ki, 6 sene. O zamana kadar annenizle, kardeşinizle yatmıyorsunuz ama 6 sene aynı adamla yaşıyorsunuz, beraber yiyorsunuz, beraber içiyorsunuz. Han gibi kocaman yerlerde sobalarla ısınıyorsunuz. O zaman kalorifer yok. Ama hayat bize o kadar güzel görünüyor ki. Her akşam yurtsal bir müzikle uyuyorduk. Bu adı da ben uydurdum. ‘’Evlerinin önü dibeği, dibeğe vurdukça sallar göbeği’’ tabi herkes kalkıyor göbek atıyor. Sonra vedalaşıp yatıyoruz. Sabah erkenden kalkıyoruz. Kazan içinde soğumuş çaylarımız geliyor. Sonra sınavlar giriyoruz, aynı zevkle tatile gidiyoruz… Yani çok güzel talebelik geçirdik. Ben hiç ikmale kalmadım.

H.K - Anadolu hekimliği dediğiniz dönem bu devlet yükümlülüğü olan dönem miydi? .

R.E - Aslında ya devlete para ödeyeceksiniz ki o zaman da çok büyük bir paraydı o, ya da devletin gösterdiği yere gidip çalışacaksınız. Beni Tunceli’nin Nazimiye kazasına verdiler. Askerlik bitmişti, 48 senesiydi sanırım. Şansıma Çengelköy, kuleli askeri lisesi doktorluğunu çektim. Meğerse hanım da ordaymış. Orda evlendik biz. Hekimlikten sonrada biz hiç ayrılmadık. 47’liler olarak 10-15 kişi hep görüşürüz, toplanırız. Eski anılarımızı anlatırız birbirimize. O zamanki insanların fedakarlığına bakın. Ben 24-25 yaşında bir doktorum. Daha geleceğim hiç belli değil. Ne olacağım belli değil. Devlete 8 bin lira ödemem lazım. Eğer vermezsem reçete yazamıyorum. Doktorluğumu ispat edemiyorum. Ben bu durumdayken belediye reisi, benim babam yaşında ama ahbabım. Tanıdığı herkesten yardım isteyerek 1 haftada benim 8 bin liramı topladılar. Ama şimdi günümüzde düşünün, sıkıştığınız zaman bankada yüzde 20 faiz var, gidip de bir arkadaşınıza bana 10 lira ver diyemezsiniz. Zaten onda da olmaz. Yani diyeceğim ilk günden bugüne o kadar mutlu oldum ki yeniden dünyaya gelsem yine doktor olurum.

H.K - Tıp eğitimi almaya nasıl karar verdiniz?

R.E - Doktor olmaya çocukluğumda karar verdim. Ben 7-8 yaşındayken, Konya’nın Ilgın kazasında kalıyorduk. Babam alkol sever. Ve o zamanlar gazlı lüks lambalar kullanılırdı. Babam alkollüyken lamba patlamış. Babamın her yeri yanmış tabi. Hemen Akşehir’e götürdük. Orda rahmetli Aziz Bey vardı. O doktor benim idolümdü. Örnek aldığım insandı. Şahika romanını okuduysanız eğer, o romandaki gibi bir doktordu, motosikleti altında köy köy dolaşırdı. Bende o gün çocuk aklımla yemin ettim doktor olacağım diye. Tabi o kadar ilkel şartlarda değil ama 1947’nin, harp zamanının verdiği şartlar altında doktorluk yaptım. Yine köy köy bende dolaştım. Her gittiğim evin anasına, babasına, çocuğuna baktım. Sonra ihtisas yapmaya karar verdim. Benim çocuk bölümünde hocam İhsan Hilmi bey vardı, Allah rahmet eylesin, beni severdi. Ona müracaat ettim. Bana Almanya’ya git dedi. Kendi paramla Almanya’ya gittim. Almanya’dan sonra Ankara Hastanesine tayin olduk.

H.K - Neden Pediatriyi seçtiniz? Hocanızdan dolayı mı yoksa özel bir tercih mi?

R.E - Ben çocuk severim. Adımız Çocuk Hastalıkları Ve Sağlığı Uzmanı. Yani çocuğun sağlığı, beslenmesi, mamaları, aşıları. Mithatpaşa’da bir muayenehane açtım. İlk anda 5 kişiye bakmak zorundaydım. 273 lira maaş alıyordum. 500 lira ev kirası veriyordum. Bu açığı nasıl kapattım? Herkes yaz tatiline giderken ben 1 ay memleketim Akşehir’e gittim. Orda portakal sandıklarından bir muayenehane yaptık. Gelen gidene baktık. Senelik ev kiramızı orda kazandık. Ondan sonra yavaş yavaş tutunmaya başladık. Çok güzel günler geçirdik ve emekli olduk. Çocuklarla uğraşanlar çocuk gibi olurlar, benimde endişelerim, ağlamalarım, isteklerim çocuklarınki gibidir.(Çocuk gülüşü, gözlerinde)

H.K – Klasiktir ya, hep eskiler sorulur. Eskiden hekimlik ve sağlık sistemi nasıldı, şimdi nasıl? Bu konuda bir kıyaslama yapar mısınız?

R.E - Her şey ilerlediğine göre tıp mesleği de ilerledi. Biz bugünkü konularla hiç temas etmeden, aklımıza gelmeden mezun olduk. Mesela gen bilimi, cerrahide ilerleme, immünolojide ilerleme, MR, Bilgisayarlı Tomografi… Ben yaşımın genç olmadığına esef ediyorum. Bunları öğrenemeden bugüne geldik. Ama çok şükür okumayı seviyorum. Aklımın erdiğince, Cumhuriyet’in Bilim Teknik ekini, diğer tıp mecmualarını okuyorum. Şimdiki hekimlere çok gıpta ediyorum. Bu işleri bilerek hekim oldukları için, insan sağlığı ile daha iyi ilgilendikleri için gıpta ediyorum. Onun için bugün büyük bir ilerleme, eskiyle arasında büyük bir uçurum var. Bunu mu sormak istemiştiniz?

H.K - Evet. Bazen yaşantımıza geriye dönüp baktığımızda bazı dönemleri altın yıllar diye tanımlarız. 60 yılda hangi yıllarınız altın yıllardı? Yani yaptığınız işten tatmin olduğunuz dönemi kastediyorum.

R.E - Ben meslek hayatımın her gününde tatmin oldum. Bir dakika dahi neden doktor oldum diye düşünmedim. Hatta son günlerde, bir şarkı mırıldayıp ta milyarlar kazanılan bu devirde hiç arkama bakıp ta ben neden doktor oldum demedim. Hekimliği bir Allah mesleği, insanlık mesleği olarak kabul ettim. Ve hala da öyleyim. Ben eskiden doktor olduğumu söylerken övündüğümü düşünürler diye söylemek istemezdim, ama şimdi doktor olduğum için o kadar iftihar ediyorum ki. Hep ağlamak geliyor içimden. Çünkü bu meslek farklı bir meslek, hiçbir şeyle kıyas edilemez. Size bir şey anlatayım; İstanbul’da Boğaziçi’nde sabah gezmeye çıktım. Karşıdan beyaz saçlı bir hanım geliyor. Doktor Bey sizi öpebilir miyim dedi bana. Ben hatırlayamadım. Ankara’da size telefon ettim, gecenin üçünde geldiniz evime. Benim çocuğum astım nöbeti geçiriyordu. O astım diyor ama biz yalancı difteri diyoruz ona. O gece çocuğumu iyileştirdiniz. Şimdi çocuğum evlendi, onun da çocuğu oldu falan dedi bana. Başka bir olay; Amerika’da bir elçinin hanımı bana telefon ediyor. Bana oğlumun sizin gibi doktor olmasını isterdim diyor. Amerika’da tıp mesleğinin imtihanını kazandı. Size veriyorum diyor. Oğlu Rafet Amca, ben küçükken boğazım ağrıdığında annem bana bir şey vermezdi, siz bana dondurma alırdınız diyor bana. Bana ben sizin gibi doktor olmak istiyorum dedi. Yani bunu duyan bir insan bu olayı parayla pulla ölçemez.

H.K - Bunları yaşarken arada pişmanlık duyduğunuz şeyler de oldu mu? Buna sebep olabilecek bir şey yaşadınız mı?

R.E - Hayır efendim, pişman olmadım ama erişemediğim şeylere üzüldüm. Para pul değil. Allah onların hepsini verdi. Oğlumu İngiltere’de okuttum, hoca oldu. Evim barkım arabam yazlığım var. Bir bahçem vardı, yaşlandım diye bıraktım. Ağaçlarla uğraştım, toprakla uğraştım. Bütün dostlarım orda ağırlandı. Hatta orası dost üretim çiftliği idi. Her hafta gittiğimde köylülere bedava baktım. Buna rağmen neden üzüldüm biliyor musun? Keşke bunu daha evvel yapsaydım.

H.K - Bunu emekliliğinizde mi yaptınız?

R.E - Hayır, emekli olmadan önce yaptım. Çok çalışıyordum. Ankara Hastanesinden istifa etmek zorunda kaldım. Her meslekte olduğu gibi bizde de bir takım kıskançlıklar, olumsuzluklar oluyor. Tahammül edemedim. İstifa ettim. Ama hala hepsi arkadaşımdır. Ama böyle olunca bir hobim olsun istedim. Okumak güzel ama ben toprağı da çok severim zaten. Köyde yetiştiğimiz için.

H.K - Yani keşke bu çiftliği daha erken kursaydım dediniz.

R.E - Daha erken kuramazdım, çünkü borcum vardı.

H.K - Kaç yaşında çiftlik sahibi olabildiniz?

R.E - Ankara Hastanesine 1958 yılında geldim. 10 sene sonra az çok tanınmış bir doktor oldum. Muayenehanem iyi işlemeye başladı. 1970 yılında ev bark, bahçe sahibi oldum. Yani İbrahim Tatlıses’in 1 günde aldığını biz 10 senede almış olduk. Ama yinede çok mutluyum. Çok dostum oldu, çok hastalarım oldu. Çok seviyorum ve memleketin bu saçma sapan gidişine de çok üzülüyorum. Yıllar önce okuduğum Dostoyevski’nin bir kitabında diyor ki; herkes her şeyden sorumludur. Ben hep böyle her şeyden sorumlu olduğum düşüncesiyle yaşadım halada aynı hissediyorum. Yani değer yargılarımız çok değişti. İnsanların birbirine sevgisi kalmadı. Her şey para, maddiyat oldu. Hayatta beklediğim bir şey yok ama memleket daha iyi olabilirdi..

H.K - Eskiden hekimlerin sayısı az olduğu için çok kazandıkları iddia ediliyor. Oysaki mesela siz yeni hekim olduğunuz dönemde ev kirasını bile ödeyemeyecek durumdaymışsınız. Gerçekten bu ülkede aslında çok ta değişen bir şey olmamış.

R.E - Zaten benim emekli olmamın sebebi de odur. Ya muayenehaneyi kapatın ya ful time çalışın şartı getirdiler. Bende bu sebeple emekli oldum. Zaten yaşımda 50’yi bulmuştu. Yeter dedik. Yoksa bugün hekimler hak ettiğini alamıyor.

H.K - Bugün spesiyalite arttı. Ama bu da insanı bir bütün olarak görmekten hekimleri uzaklaştırdı. Yanılıyor muyum acaba?

R.E - Hayır yanılmıyorsun. Şimdi her şey aletli olduğu gibi hekimlikte aletli oldu. Eskiden öyle değildi. Doktor hastayla baş başaydı. Hastayla konuşuyorsunuz, hastaya müşahede ediyorsunuz. Hastayı dinliyorsunuz. Şimdi öyle değil. Teşhis yapmak için o kadar çok alet var ki. Laboratuarı ayrı çalışıyor, MR ayrı çalışıyor. Yani hekimlik aletli hekimlik oldu. Bazı hastaların kabul etmediği maddi ve manevi bazı sıkıntılar oldu. Eskiden biz hastayla temas halinde olduğumuz için konumuz insandı. Yani biz hekimlik yapıyorduk. Şimdi biraz daha kolaylaştı. Şimdi yığınla hasta var. Doktor da var ama doktorun takati kalmıyor. Asistanların hiçbiri mutlu değil.

H.K - Ben eski hekimlerde sosyal tarafın daha belirgin olduğunu, toplum içinde sadece sağlık konusuna değil, birçok konuya müdahil, öncü olan özelliği olduğunu düşünüyorum. Eski ile yeni arasındaki bu farkı anlatabilir misiniz?

R.E - Ben Anadolu hekimliği de yaptım, 5 sene. Çok sosyal olmak zorundasınız. Halk Evi başkanı, Spor Kulübü başkanı, Çocuk Esirgeme Kurumu başkanı ve hatta tiyatro bölümü başkanı. Ben doktorken halkevinde orta oyunu oynadım. Neden? Halkla daha yakın olmak için. Tiyatroya çıktım. Köy köy dolaştım. Beni mutlu eden çok olay oldu. Bir diğer anım gelin kaynana kavgasından kazandığım para. Bizim ev ortadaydı, ev yukarda muayene aşağıda. Adam koşarak geldi, annem bayıldı diye. Ama ben de oralıyım zaten, o muhiti gayet iyi tanıyorum. Oğlan askerden gelince işi olmadığı halde evleniyor. Zavallı gelinin hiçbir selameti yok. Gelin güzel bir entari giyinmiş. Kaynana demiş ki mavi giyin. Pembeyi görünce kaynana bayılmış. O sırada da oğlu gelince doktor yetiş diye beni çağırıyor. Ama ben biliyorum tabi kadın kapris yapıyor. Aaaa olmaz ki böyle evin büyüğüdür, hoş tutmak lazım diyorum, bayılan kadının yanında gözleri hemen açılıyor. Bir süre sonra yine aynı eve çağrılıyorum, bu sefer gelin bayılmış. O zamanda şöyle söylüyorum, yapmayın böyle gelin değil artık oda evin kızı hoş tutmak lazım diyorum, oda ayılıyor.Hiç unutmam, poliklinikteyim. O kadar çok hasta var ki bir anne çıkıyor sıra niye gelmiyor diye öfkeleniyor, ben daha bir şey söylemeden başka bir hanım şöyle cevap veriyor İyi ama hanfendi doktor bey hem gülüyor hem konuşuyor diye cevap veriyor.

H.K- Genç hekimlere ve hekim olmak isteyenlere neler söylemek istersiniz?

R.E - Ben onlardan çok umutluyum. Daha iyisini yapacaklarını düşünüyorum. Gençlikte bir laf öğrendim ben, bir genç gençliğinde yaşlılara bakarsa, hürmet ederse Allah onun yaşlılığında da kendisine hizmet eden gençler yaratır. Ben 3-4 defa ameliyat oldum, dedim ki yaptığımız ufak tefek hizmetlerimiz demek ki doğruymuş. O genç hekimler bana çok iyi baktılar.(gözleri doluyor)

H.K -Sizler bizim değerlerimizsiniz, bize vakit ayırdığınız için, bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim.

R.E -Beni çok mutlu ettiniz. Hayat nedir ki, hayatı hayat yapan muhabbettir, muhabbetsiz kalmayınız.

60
yıllık
hekim:
i̇brahim
tatlıses&#8217
in
1
günde
aldığını
biz
10
senede
aldık
Yorum (1)
Metin Yücel
Sn. Dr. Rafet Erten, Kendisini Türk Vatanı için yetiştiren, Türk halkına yardım tek emeli olan sayılı insanlardan biridir.. Hayatta olup olmadığını bana bildirebilirmisiniz. Saygılarımla, Mrtin Yücel
3
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir