Aile hekimi Aktaş’ın sosyal medya hesabında paylaştığı yazısı şu şekilde:
“Aile hekimliğini diğer dallardan ayıran en önemli özellik hastalarımıza sürekli bakım vermemiz. Neredeyse 11 yıldır birlikteyiz hastalarımla. Kimi büyüdü evlendi, kendi çocuğunu aşıya getiriyor. Kimisi de daha doğmadan takip etmeye başladık. Büyüdü ve bu hafta okula başladı. Bunlar işin güzel tarafı. Bir de yaşlanıp elden ayaktan düşen hastalarım var. Onları ziyaret etmeyi, onlarla sohbet etmeyi, tedavilerini takip etmeyi çok severim. Onların zaten en çok istediği de ilaç değil, elini tutman, hasbihal etmen, şefkat göstermen.
Celal amca, 95 yaşında. Mobil günlüğümde çok yazdım onu. Kalp yetmezliğinden ve prostat kanseri yüzünden son zamanlarda ciğerlerine kadar vücudu ödem dolu. Yalvar yakar hastaneye yatırtmış, hastanede ziyaretine gitmiştim. İki hafta sonra daraldı, taburcu ettirdi kendini. Geçen hasta izin dönüşü ilk ona uğradım mobilde. Oğlunun evinin kapısına doğru merdivenlerden inerken, camdan, odanın içerisinde onu gördüm. Yürümek için kullandığı alete kafasını dayamış, sırtında battaniye öylece duruyordu. Zili çaldım, açan olmadı. Fark ettim ki anahtar kapının üstünde, çevirdim kilidi açtım, içeri girdim. Celal amca uyuyordu. Elimi omzuna koydum, yüksek sesle selam verdim. Yavaş yavaş gözlerini açtı, kafasını bana doğru çevirdi.
“Doktor bey,hoş geldin” dedi. Geçtim karşısına oturdum. “Uyuyordun, uyandırdım, kusura bakma!” dedim. “Yok doktor bey, ne uykusu! Kaç gündür gözlerime uyku girmiyor. Gördüğüm gibi ha bunun üstüne kafamı koyup, öylece duruyorum” dedi.
Uzandım,battaniyesini kaldırdım. Ayaklarına baktım. Davul gibi şiş. Yatağındaki yastık sayısına bakınca, anladım ki ciğerleri de bir o kadar şiş.
“Geçenlerde ambulans çağırmış çocukların, bastonla kovalamışsın, neden gitmedin, niye öyle yaptın ki?” diye sordum. İşitmedi yada duymazdan geldi. Tekrarlayınca gözlerini yere dikti.
“Benim oğlan yoğun bakımda can çekişiyor” dedi. Oğlu mide kanseri. Son bir yıldır, Celal amcanın ilaçlarını almaya o geliyordu. Adam bir sene içinde eridi, hastanede yattığını biliyordum son zamanlarda. Ama kötüleşmiş, yoğun bakımdaymış.
“O bu durumdayken, ben yaşamayı kendime hak görmüyorum doktor, gencecik o daha . Sabredemiyorum” dedi.
Vücudundaki şiş değil, evlat acısı yakıyordu yüreğini. Konuştuk biraz daha. Hastaneye gitmesi için telkinde bulundum. “Bak hastanede seni ne güzel görmüştüm. Git yine toparla” dedim.
Evin yanındaki merdivenlerden çıkarken döndüm, camdan odaya baktım. Kafasını yine önüne koymuş sırtında battaniyesi ile yalnızlığına bırakmıştım onu.
Dün mobil günümdü.
İlaç yazdırmaya sağlık evine gelen yaşlı bir hastam çıkmak üzere iken “Duydunuz mu? Celal Bey öldü. Az önce, hastaneden haber geldi.” dedi.
Çok üzüldüm. Kaldım öylece.
“Allah rahmet eylesin diyebildim.
İçimden evladının acısını görmeden gitmesini teselli saydım, bir de son zamanlarda çektiği sıkıntılardan kurtulmasını.
İkindide cenazesi kalktı.
Bugün de oğlu öldü.
Aile hekimliği böyle bir şey işte. Hastanedeki verir ilacını, iyileştirir, taburcu eder. Ama biz kaç yıldır beraberiz. Her ziyaretimde “Gülümse fotoğraf çekiyoruz” derdim. Hoşuna giderdi.
Her gülüşümüzü mobil günlüğüme not düştüm. İstedim ki gidişini de not düşeyim.
Allah mekanını cennet etsin Celal amca. Sana ve oğluna gani gani rahmet diliyorum. “