Medimagazin logo

Cerrahın ölümü

Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hamidiye Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adil Polat, hekim sorunlarını ve hekimlerin yaşamını yitirmesinin nedenlerini "Cerrahın Ölümü" isimli köşe yazısında dile getirdi.
Cerrahın ölümü
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

"Her sene yapılan tıpta uzmanlık sınavlarından (TUS) sonra, hekimler arası merak konularından biri ilk 10 veya 100 gibi yüksek derecelerde yer alanların ne tercih yaptıklarıdır. Uzun yıllardır, büyük cerrahi branşların ilk 100 içinde yer alan kişiler tarafından tercih edilmediği görülmektedir. Hatta son yıllarda, çocuk hastalıkları dâhil olmak üzere bazı branşlar tüm kontenjanlarını dolduramaz hale gelmiştir. Bu durum rastgele midir yoksa altta yatan sebepler var mıdır? Soruya yanıt ararken gözümün önüne hastaneyi basan hasta yakınları, mecburi hizmetin zorlayıcılığı, çalışma hayatında tatmin bulamayan yüzlerce arkadaşım ve daha birçok görüntü gelir. Ancak, durumun sistematik olarak değerlendirilmediğini görmek bir cerrah olarak beni üzüyor. Tartışmalar kimi durumda hekim (veya asistan) güzellemesine meylederken kimi durumda hekimleri şeytanlaştırmaya kadar uzanan bir katarsis sahnesi oluyor.

Üzülmek son yıllarda yapabildiğimiz tek şey sanki. Ulusal Damar Cerrahisi Derneği (UVECD) Kongresi, iki yılda bir yapılan ve bir dernek yöneticisi olarak benim de katkıda bulunduğum bir organizasyon. Son kongrelerimizde, odalara o sene kaybettiğimiz arkadaşlarımızın veya hocalarımızın isimlerini veriyoruz. Ne yazık ki, son yıllarda odalara verilen isimlerin yaşları gençleşiyor. Cerrahlar ölüyor. İsimlerini vererek cerrahiyi yaşatmaya çalışıyoruz.

Cerrahlar neden ölüyor? Tabi ki bir kısmı doğal nedenlerden her fani gibi. Ancak hiç de doğal olmayan ölümler bizi yaralıyor. Bir yandan mesleğe ilginin canlı tutulması için uğraşırken konuya sistemli bir şekilde bakmak faydalı olacaktır. Eğer, rahatsızlığımızda bize bakacak yetkin cerrahlar istiyorsak, bu tartışma hepimizi ilgilendiriyor. Çocuklarımız tıp fakültesini kazandığı için gururlanıyorsak, onların alacakları eğitim ve girecekleri cehennem, hekim ebeveynlerini ilgilendiriyor. Bu nedenle tartışmaya cerrahın eğitimiyle başlayıp sonrasında çalışma sorunlarına biraz değinmek iyi olacaktır.

Tıp Fakültesinden mezun olan bir hekimin devam eden eğitiminin nasıl olacağıyla ilgili bir görüş birliği yoktur. Bahis konusu olan cerrahi bilimler olduğunda, tartışma daha karmaşık bir hal almaktadır. Bir cerrahı en iyi nasıl yetiştirirsiniz? Bu konuda, ülkemizin ve dünyanın ileri gelen uzmanlarından sıklıkla duyacağınız birkaç klişeyi sıralamak gerekirse:

  • Bizim zamanımızda…… (cümlenin kalanı duruma göre doldurulabilir).
  • Nöbet tutmadan nasıl cerrah/doktor olunacak?
  • Önce sana söyleneni yap!

Eski-yeni kapışmasına ülkemizde sıra gelecek mi? Gündelik hayatta sıradanlaşan şiddet, kişilerde eğitimleri veya profesyonel yaklaşımları üzerine düşünmeye fırsat bırakıyor mu? Sorulan sorular dinleyici bulabiliyor mu?

Eğitim nedir ve eğitim pratikleri nasıl olmalıdır sorularına karşı geliştirilecek düşünce ve davranış modellerini tartışmak bu yazıda özetlenemeyecek kadar uzundur. Birkaç noktaya değinmek, yazımızın ana ekseninden kopmadan bu sorunlara dikkat çekmek açısından önemli görünüyor. Öncelikle eğitimde ihtiyaçların belirlenmesi ve sürecin buna göre işletilmesi için eğitici ve öğrenci arasında kurulacak ilişki önemlidir. Yüzünüze bile bakmayan bir hocanın sizin hangi ihtiyacınıza cevap vereceğini öngörmek zor değildir. Sabit bir eğitim tipinin herkese uygulandığı dönemi artık geride bırakmak zorundayız. Sayıları binlere ulaşan tıp fakültesi ve ihtisas öğrencilerinde bu hedefin nasıl tutturulacağı ayrı bir sorudur. İhtisas yapan öğrencilerin karşılaştıkları en önemli sorun şudur: Hizmet mi önceliklidir eğitim mi? Günümüzün uzmanlık ihtisası, öğrencilerin bir yandan hizmet sunumunda yer almasını gerektirmektedir. Hastanelere gittiğinizde beğenmediğiniz asistanlar işte bu gruptadır. Tedavi olduğunuz, randevu alıp bazen aylarca sıra beklediğiniz büyük hocaların bir dönem asistan olduğunu hatırlamak, ihtisas öğrencilerini doğru değerlendirmekte size yardımcı olabilir.

Eğitim pratik bir uygulamalar bütünüdür. Bu nedenle, sadece uygulama halinde sonuçları ve faziletleri anlaşılabilir, gerekiyorsa düzeltmeler yapılabilir. Çünkü eğitimin sonuç çıktıları bir “madde” veya “ürün” değil insandır. Bu nedenle “düşünen insan/cerrah” üretemez ancak yetiştirmeyi deneyebilirsiniz. Bir kişiyi eğitmek ile yetiştirmek arasında farklar vardır. Yetiştirmek, kişinin (metafor olarak) büyüyeceğini/ilerleyeceğini düşünmeden, onu sürekli bir basamak aşağıda tutmaktadır. Eğiticilerin, eğitim alanlar hakkındaki görüşleri, bakış açılarını belirlemektedir.

Cerrahi eğitimin zanaat benzeri bir tarafı olduğu ve yetiştirme tarzı eğitimin bu süreçte yeri olduğu ileri sürülebilir. Eğer cerrah belirli yeterlilikleri olan ve kendisinden istenen görevleri tamamlaması istenen bir pozisyonda tutulmak isteniyorsa zanaat tarzı bir eğitim arzu edilebilir. Bu şekilde yeni beceriler (operasyon ve diğer girişimler) öğrenilerek, kendisinden istenen becerileri ortaya koyan bir teknisyen yetiştirilebilir. Hâlbuki düşünen bir cerrah, ancak neyi ne durumda ve niçin yaptığını bilen, bu konulara kafa yoran bir şekilde eğitilebilirse ortaya çıkabilir. Öğrenmenin, öğretmenden bağımsız ve otonom idamesi için öğrencilerin eğitimlerini kendilerinin yönlendirmesi ve kendilerinin değerlendirmesi nihai hedefler olmalıdır. Cerrahi ve eğitim için profesyonel muhakeme çok önemlidir. Öğrencide, profesyonel muhakeme gelişmesine özel bir önem verilmelidir. Örselenmiş zihinlerin veya çökkün kişinin muhakemesinin bozulacağı unutulmamalıdır. Profesyonel kişiler yaşam boyu öğrenme ve sürekli profesyonel gelişim peşinde koşmalıdır.

Cerrahi eğitimin, son yıllarda hızlanan farklı bir alanda yenilenmeye ihtiyacı vardır. Birçok farklı cerrahi disiplin, değişik açılardan girişimlerin en aza indirilmek suretiyle işlemlerin gerçekleştirildiği becerilere ihtiyaç duymaktadır. Öngörülemeyen yıkıcı inovasyonlar nedeniyle, cerrahi eğitimin sürekli öğrenen bir cerrah yetiştirme gereksinimi ortadadır.

Cerrahi becerilerin gelişmesi için zaman gerekir ve klinik dışı ortamlarda gelişme şansları yoktur. Güvenli cerrahi uygulamalar için, cerrahi beceriler gereklidir fakat tek başlarına güvenliği sağlamaya yetmez. Tüm profesyonel eğitimlerin değişik tipte insanlarla beraber çalışabilmeyi ve iletişim kurmayı öğrenek şekilde organize edilmesi gereklidir. Tıpta Uzmanlık Kurulu tarafından onaylanan eğitim müfredatları iletişim ve ekip çalışmasını öncelemektedir ancak günlük eğitim pratiğinde uzmanlık öğrencilerine bu önceliğin ne kadar iletilebildiği tartışmaya açıktır.

İngiltere’de yapılan cerrahi eğitimi, 1993 yılında Calman reformları olarak bilinen düzenlemeler sayesinde haftalık çalışma saati Avrupa Yönetmeliğiyle uyumlu olarak 48 saate düşürüldü. Eğitim saatlerindeki azalmanın yapılandırılmış eğitim ve gözetimle dengelenebileceği düşünüldü. Bu görüşe karşı çıkan ve kendisi bir kardiyotorasik cerrah olan Chikwe, azalan eğitim saatlerinin dengelenebildiği konusunda hem fikir olmadığını bir makalesinde belirtmiştir. Avrupa Çalışma Yönetmeliği haftada 48 saatten fazla çalışılmaması gerektiğini düzenlediği gibi, gece çalışanlar hakkında düzenlemekler de getiriyor. Gece çalışmaları dâhil olmak üzere 24 saat içinde en fazla 8 saat çalışma süresi ve yılda en az 4 hafta maaşlı tatil mecburiyetleri getiriyor.

Sarah Williams, hekimlerin iyilik halleri üzerinde bir tartışmayı yıllar öncesinde yapmıştır. Hekimlik pratiği; vaat ettiği ödüller oranında yoğun bir çalışma gerektirir, talepkâr bir ortamda çalışılmaktadır ve sürekli değişen bir çalışma ortamına alışkın olunması gereklidir. Bunun için öncelikle dayanıklılık ve uyma yeteneği gereklidir. Uzmanlık öğrencileri ve hekimler iş nedenli stres nedeniyle belirgin ızdırap, yetersizlik, profesyonel tavırdan sapma ve yıpranma ile karşı karşıyadır. Bu yıpranmanın en daha ciddi hallerinde duyarsızlaşma (depersonalization), duygusal olarak tükenme ve düşük bir kendini gerçekleştirebilme hali ortaya çıkmaktadır. Bu durum günümüzde “tükenmişlik sendromu” (burnout) olarak tanımlanmaktadır. Hekimlerde depresyon, anksiyete, madde bağımlılığı ve intihara eğilim açısından yüksek risk grubudur. Bazı kişisel (dayanıklılık, kişisel yetkinlik, aktif olarak sağlığını koruması) ve işyeri (güvenlik oryantasyonu, karşılıklı destek, esneklik) ile ilişkili faktörler kişileri tükenmişlik sendromuna karşı korur.

Tükenmişlik kavramını ilk ortaya süren Christina Maslach, üç bileşeni olduğunu belirtmektedir:

  • Duygusal tükenme (enerji kaybı)
  • Alaycılık (sinisizm) (anlam ve değer kaybı)
  • Kişisel etkililik duygusunun kaybı

2021 yılının ağustos ayında Amerikan Kardiyoloji Koleji, Amerikan Kalp Derneği, Avrupa Kardiyoloji Derneği ve Dünya Kalp Federasyonu tarafından hazırlanan hekimlerin tükenmişlik sendromuna girmesinin önlenmesine yönelik durum bildirir raporu önemlidir. Bu dokümanda “klinisyen iyiliği” tanımı yapılmıştır: İşte sorumluluk ve tatmin deneyimlemenin yanı sıra profesyonel bir tamamlanma ve anlam bulma hissini yaşayabilmektir. Bunun aksine, “tükenmişlik” şu şekilde tanımlanmaktadır: “Stresli algılanan bir işyeri ortamında hissedilen mesleki bir olgu olan tükenmişlik; duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve düşük bir kişisel kendini gerçekleştirebilme duygusudur.” Tükenmişlik olmaması, klinisyenin iyi olduğu anlamına gelmez.

En uygun seviyelerde olmadıklarında tükenmişlik durumuna yol açabilen durumlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir: İş yükü ve iş beklentileri, etkinlik ve kaynaklar, işi üzerinde kontrol sahibi olmak, işini hayatına entegre edebilmek, kişisel ve kurumsal değerlerin uyumu, işyerinde sosyal destek ve işte anlam. Tükenmişlik durumunun müteakibinde kişide daha yıkıcı olabilecek durumlar daha sık görülmektedir. Bunlar arasında alkol bağımlılığı, madde kullanımı, ilişkilerde bozulma (dysfunctional relationships), depresyon ve intihar sayılmalıdır. Profesyonel pratiklerinde ise tıbbi hatalarda artış, tıbbi hizmet kalitesinde düşme, yıkıcı davranış özellikleri, profesyonel tavır kaybıyla beraber daha düşük empati yapabilme kapasitesi sorun oluşturmaktadır. Bu doküman kardiyoloji özelinde konuyu tartışsa da, birçok branş için geçerli olabilecek kadınların kendilerine yeterince yer bulamaması tükenmişlik durumuna ciddi katkıda bulunan bir diğer durumdur. Dokümanı yayınlayan derneklerin, tükenmişliği takip edilmesi gereken bir ölçüt olarak ortaya koymaları ilginçtir. Değişik anket ve diğer ölçümlerle tükenmişliğin ölçülerek takip edilmesi önerilmektedir.

Tıp profesyonellerini bir araya getiren cemiyetler tükenmişlik duygusuyla baş etmede önemli işlevler üstlenir. Üyelerine değerli olma ve bir cemiyete aidiyet duygularını yaşatmaları önelidir. Her ne kadar, bu işlevler ulusal kongrelerde zirve yapmaktaysa da, derneklerin bu işlevlerini çeşitlendirerek geliştirmesi tükenmişlikle başa çıkmada çok önemlidir.

Ayrı bir başlığı kadın hekimler için açmak gerekmektedir. Birçok alanda benzer şikâyetler dile getirilebilir ancak, cerrahi disiplin kadınlara en büyük zorlukların yaşatıldığı alanlardan biridir. Kendileri hocamız olan çok önemli kadın cerrahın vaktinde hocaları tarafından kovulduğunu bazılarından bizzat dinledim. Birçok farklı disiplinde, TUS öncesi dönemde daha fazla olmak üzere, kadından cerrah olmaz denerek ihtisasa kabul edilmediklerini ve ihtisasa kabul edilenlerin erkeklere göre farklı bir değerlendirmeye tabi olduklarını her kadın cerrah size doğrulayacaktır. Bu durum kadınların alana girmesini güçleştirmekte, erkekler için avantaj gibi görünmesine karşın, onların insani yönlerini yok saymaları veya baskılamaları beklenmektedir.

Buraya kadar özetlediğimiz süreci başarıyla geçip bir uzman ve hatta doçent veya profesör olduğunuzda ne oluyor? Artık irem bağlarında bir yürüyüşe mi çıkıyorsunuz? Gönül böyle olmasını isterdi elbet. Lakin gerçek bunlardan çok uzak. Eğer biraz idealist kafayla üniversite veya eğitim hastanelerinde çalışmaya devam ediyorsanız, zaten çok yüksek olmayan bir gelirle yaşamayı kabul etmiş oluyorsunuz. Burada manevi tatmin size yeterli geleceğini farz ediyoruz. Lakin hastane idareleri açısından, hocalarımız çok değerliyseler de, poliklinikte kaç hasta baktıkları veya yerine göre kaç nöbet tuttukları ve benzeri standart hekim performans kriterleriyle değerlendiriliyor ve sonrasında kendilerinden maddi karşılığı (performans ödemesi gibi) karşılığı olamayan eğitim faaliyetleri icra etmeleri bekleniyor. Yine, makale yazmaları, tez yönetmeleri gibi gereklilikler onları bekliyor. Son yıllarda, özellikle Sağlık Bakanlığının performans sisteminde ve üniversitelerde akademik teşvik adıyla belli düzenlemeler getirilmiş olsa da, bu iyileştirmelerin hocaların bütçesinde kayda değer bir yeri olamıyor.

Ben bu ortamda çalışamam, bu kadar uğraştım ve artık para kazanmak istiyorum diyen hekimler özel sektörde kendilerine yer arıyor. Özel hastaneler veya muayehaneler bu başlık altında önemli seçenekler. Bu kişileri, bu zamana kadar hiç bilmedikleri bir başlık bekliyor: Ciro. Hekimin cironun ne olduğunu öğrenmesi, özel hastanelerin hak edişlerine el koymasıyla olur genelde.. (espri yapıyorum. Espri mi yapıyorum???). Son zamanlarda sosyal medya veya diğer kamusal medya organlarında hekim davranışları tartışılıyor ancak birçok özel hastane çalışanlarından sosyal medya hesabı açmalarını ve burada aktif olmalarını istiyor. Sosyal medyada, hekimler yaptıkları muhteşem ameliyat ve tedavilerle halka eğitim(!!) veriyor. Pazarlama değil, tabi ki eğitim... Bu kadar kendinden vazgeçen hekim, 20-30 yıl öncesi hekimin kazancının yakınına bile gelemiyor maalesef. Bu yazıyı uzatmamak için özel hastanelerde ödemelerini alamayan hekimlerden bahsetmeyeyim burada.

Bu koşullar altında yüksek oranlarda sorun yaşaması beklenen hekimlerin ve uzmanlık öğrencilerinin durumlarını yeterince izleyip izlemediğimiz tartışmalıdır. 2021 yılı içinde birçok hekim arkadaşımızı kaybettik. Yakın arkadaşım Prof. Dr. İlker Mataracı’nın kaybı hâlâ içimde bir yumruk gibi duruyor. Bursa’da bir mektup bırakarak yaşamını sonlandıran Dr. Mustafa Yalçın’ın şu satırları bu anlattıklarımızın bir özeti gibi sanki:

Hayattan keyif alamıyorum. Daha önce de defalarca bu durumu yaşadım ama bu daha farklı. Gelecekten umudum kalmadı. Gelecekte bu hayattan keyif alacağımı sanmıyorum. Yaşamak için sürekli çabalıyorum, zorluklar içinde boğuşuyorum. Artık bu beni yoruyor. Mutlu olmak çok anlamsız geliyor. Artık çok yoruldum. Ne elde edersem, neye sahip olursam olayım sanki hiçbir şeyim yokmuş gibi hissediyorum. Yani sahip olduğum şeyler bana mutluluk vermiyor

Bu tip düşünceler hangi cerrahi asistanının aklından bir şekilde geçmedi ki? Aramızda, çalışma hayatının bir döneminde zorlanmayı kaldıramayacağını düşünmeyen var mı? Bu soruları, başınızda “mobbing” denen durum olmadığını farz ederek sormak bile durumun vahametini göstermeye yeterli. Ne yazık ki ülkemizdeki durumu ortaya koyacak yeterince kaliteli çalışma bulunmuyor. Gündem, son olarak talihsiz bir trafik kazasında kaybettiğimiz Dr. Rümeysa Berin Şen nedeniyle hekimlerin iyilik halleri ve sorunlarına yöneldi. Cerrahların ölmeden gündem olamaması ise acıklı bir tesadüf sanki...

Pandemi döneminde doktorlar başta olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına övgüler dizildiğini değişik kaynaklarda izledik. Bu toplumsal minnettarlık günlük şiddeti engellemedi ne yazık ki. Toplumun teveccühünü kazanıyor olmak hekimlerin iş tatminini artırmadı. Kız babalarının gözde damat veya gelin adayı olmak, hekimlerin günlük dertlerine çare olamadı. Hekimler çalışma şevk ve azimlerini kaybeder diye korkmamıza gerek kalmadı. Çalışma şevkleri gibi bazıları yaşama isteklerini de kaybetmeye başladı. Canını dişine takıp çalışan, gayret eden hekimlerin biz olmasak da yeni ufuklara kendilerini taşıyacak araçlara ulaşmaları artık eskisine göre daha kolay. Hızla değişen zamana ayak uyduracak bir tıp fakültesi ve fakülte sonrası ihtisas eğitimi reformuna ihtiyacımız var. Hastaneler gerekli ancak önce hastanelerde çalışacak hekimlere bakmak gerekiyor. Önce onlara yardım edelim nitekim cerrahlar ölüyor..."

Prof. Dr. Adil Polat

SBÜ Hamidiye Tıp Fakültesi

Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı

İstanbul Bağcılar EAH Eğitim Koordinatörü ve KVC Eğitim Sorumlusu

prof. dr. adil polat
cerrahın ölümü
tus
hekimler
cerrahi eğitim
Yorum (15)
serdar
Güzel yazmış.. bir gece ameliyathane tavanına bakarken buldum kendimi ..Ben ölmemek için ve kendime vakit ayırmak adına o an bıraktım..Başka bir ülkede bırakır mıydım çok yer gördüm ve hastanelerde çalıştım yurtdışında ..dolayısıyla yorum yapabilecek durumda hissediyorum..bırakmazdım...44 yaşında sayfayı kapattım..hem cerrahlığı hem de hekimliği...erken emekli yaptım kendimi..şimdi mutlu muyum en azından huzurla uyuyorum. doktorluğu ve cerrahlığı özlüyoru muyum kocaman evet..şu andaki ülke şartlarını ve arkadaşlarımızın çalışma koşullarını görünce KOCAMAN hayır.. Ha bu arada eski sisteme göre tüm doçentlik kriterlerine sahipken bıraktım bu işi..Hala buradayım..Ailemle geziyorum..Çocuklarımı sabah okula götürüp akşam alıyorum sinemaya gidiyorum kitap okuyorum bavulumu çok rahat topluyorum hazırlıyorum tatile giderken acaba bir telefon gelir tatil iptal olur mu demeden ve hala iyi kazanıyorum bir şekilde..
45
Cevapla
dr
değerli meslekdaşım serdar bey 44 yaşında hekimlikten ayrılmış bir kişi olarak "hala iyi kazanıyorum bir şekilde" cümleniz tıp dışı bir alanı kapsıyorsa sorun yok tabii.hatta sanşlısınız ben 70 yaşında yaştan emekli bir tıp (klinik) profesörüm. 43 yıllık hizmetimden sonra aylık emekli maaşım 12 bin tl. ve ben hala çalışıyorum. çünkü 4 kişinin (kendim dahil) geçiminden sorumluyorum. emekli aylığı yaptığım hizmetin karşılığı değil. devletçilik anlayışıyla muayenehaneciğin altın yıllarında tam güm çalıştım.o zaman dönersermaye ve performansın caibesine kandık.emekli olunca kuru maaşa indik. bu da bugünkü doktorluğun gerçeği.
39
Cevapla
mustafa serdar
12 bin tl emekli aylığı ASGARİ ÜCRETİN 2825 TL OLDUĞU BİR ÜLKEDE İYİ BİR MAAŞTIR,BENİM EMEKLİ MAAŞIM 8670 TL ve bana göre çok çok iyi,12 bin tl kuru emekli maaşa indik,benim yaptığım hizmetin karşılığı değil sözleri çok anlamlı degil,şükretmek gerekir,hiçbirimiz atomu parçalamadık.il,ben de 30 yıl ortopedi uzmanlığı yaptım,
8
Cevapla
ömer hayyam
ÇÖZÜM ÇOK BASİT: TANE TANE 1-) Tüm hastanelerde ( özellikle ve özellikle kamu) elektif poliklinikler kapatılacak. Zaten kalabalık yerler salgın hastalık, bulaşıcı hastalık kaynağı olduğunu artık anladık. Hastane içerisinde muayene etme sisteminden vaz geçilecek. 2-) Hastanelerde; Acil servis , lab., yoğun bakım, ameliyathaneler dışında hizmet sunumu olmayacak. 3-) tüm klinisyenler, aynı eczacılar gibi, aynı gözlükçüler gibi kendi muayenehanesini açacak. İnsan gibi kendi ortamında , kendi yaşayış halinde çalışacak, müdahale etmeyeceksin, karışmayacaksın. Devletle anlaşma olacak ama mevcut imkanları kullanmak için. Devlet ücret belirleyici olmayacak. Zulüm adaletsizlik çıkar yoksa. 4-) SGK bu muayenehanelerde yazılan tüm reçeteleri ödeyecek. Devlet bir çırpıda Maaş ve poliklinik masrafından kurtuldu !. 5-) SGK hekime işveren olmayacak. Para veren de olmayacak. devlet para veren olduğunda adalet olmuyor. HEKİME VATANDAŞ BAKAR, HEKİMLE HASTANIN ARASINDAN DEVLET ÇEKİLECEK. 6-) lab., yoğun bakım, ameliyathaneler için; hekimler SGK ya gerektiğinde kullanım ücreti ödeyecek. 7) eee durumu olmayan ne yapacak demi...yaw kardeşim o kadar zengin insan-aile-zümre, dernek, vakıf, hayırseverler, ...varda var...varda var..onlar gücü olamayanlar için devreye girip ödeyecek.... Doktor bize ücretsiz baksın, doktor bize indirim yapsın nedeniyle sistem çöktü zaten. Doktor doğuştan zengin değildir. Dünyadaki tüm zenginler içerinde ailesinde doktor çocuğu olan yok( istisna; bill gates in kızı), zenginler doktor olmuyor. doktorluk zenginlerin mesleği değildir. dolayısıyla doktorlar zengin değildir. 1 ev ve 1 araba sahibi olmak + çocukarı özel okulda okutmak zenginlik değildir. 8-) hekime kendi çalışma ortamını kurması için kredi destek verilecek. bir yeni eczacı eczanesini ve gözlükçü mağazasını açarken kosgeb üzerinden veya yatırım ajanslarından hibe paralar almaktadır. Bu imkanlar hekimede tanınacak ve desteklenecek. 9-) enaf odalarının düşük kredi vermesi gibi tabip odalrınında hekime düşük kredi vermesine, işini kurmasına yardımcı olması için,kefil olmasına imkan tanınacak. 10-) ttb özerk olacak ve hekimleri sıkı denetleyecek. gerektiğinde cezalar şakır şakır gelecek. 11-) prof. ,docent gibi ünvanlar eğitim verme dışında kullanılamayacak. sağlık ticareti yapmak için izin verilmeyecek. 12-) sağlıkta ticaret olmaz, reel'de var kardeşim. böyle olmaz, göz yumarak olmak, göz yummak izin vermektir. göz yumarak insanları hataya düşmelerini sağlayıp, o hatayı gerektiğinde kullanmak için, rezervde tutmak ahlaksızlıktır! 13-) Nesilden nesile aktarılmayan her iş zarar ve ziyandır. Hekimlik mesleğinin ; hekimim çocuğuna aktarabilmesi için pozitif ayrımcılık-imkan sağlanmalıdır, derhal getirilmelidir. Tecrübeler , gerçek bilgiler, trik el yordamları faydalı tedaviler ve yaklaşımlar kitaplarda yok oluyor yada hiç geçmiyor. Bilimsel rekabet nedeniyle faydalı olanın üstü bir anda çiziliyor ve yok oluyor. 14-) Hekimin başhekimi olmaz, o zaman özgür olmaz, tedavi insiyatifi olmaz. ANLAMAYANLAR VE SALDIRANLAR İÇİN; “Hayattan keyif alamıyorum. Daha önce de defalarca bu durumu yaşadım ama bu daha farklı. Gelecekten umudum kalmadı. Gelecekte bu hayattan keyif alacağımı sanmıyorum. Yaşamak için sürekli çabalıyorum, zorluklar içinde boğuşuyorum. Artık bu beni yoruyor. Mutlu olmak çok anlamsız geliyor. Artık çok yoruldum. Ne elde edersem, neye sahip olursam olayım sanki hiçbir şeyim yokmuş gibi hissediyorum. Yani sahip olduğum şeyler bana mutluluk vermiyor”
23
Cevapla
murat çelikten
Kendilerini samimiyetle ifade eden 2 büyüğümün ve kıymetli bir KVC hocamızın yazısını görünce artık yazmaktan, anlatmaktan bıkıp vazgeçmiş olsam da nadir yazılarımdan birini buraya bırakmadan edemedim. Kıymetli bazı yorumcuları da artık göremez oldum. (Frankie Bellivan, aydın sinal gibi) Sanırım herkes şikayetlenmekten vazgeçip icraata geçip özel sektörde yurtdışında şansını denemeye başladı. Ben de 40-50 yaş arası bir uzman hekimim. Maalesef muayenehaneciliğin altın dönemine azcık ucundan dahi denk gelemedim. Keşke 2 senecik dahi olsa özel muayenehane işletebilseydim. Neden bunu istiyorsun der iseniz. Yaptığım ameliyatları, tedavileri üç kuruşa yapıyor olmaktan bıktım, memnuniyette sınırın olmadığını ve benden hep daha fazlasını isteyen bir sisteme mecbur bırakılmış olmaktan bıktım. Hekimi saat 8:30 da polikliniğe koyup 12’ye kadar non-stop randevu verdiren, arada randevu harici gelen hastalara da vicdanen bakmak zorunda hissettiren, wc ye gitmemize dahi zaman vermeyen sistemden bıktım. Diğer hekim arkadaşlarla etik olmayan, gayriahlaki puan yarışına sokuluyor olmaktan bıktım. Şu hekim puanlarını şöyle şişiriyormuş, sahte puanları böyle giriyormuş, performans komisyonunda adamları varmış görmezden geliniyormuş, başhekim o partinin adamıymış onu korurmuş, il başkanı kankasıymış gibi cümleleri duymaktan hicap duydum bıktım. Ülkem, Bakanlığımız, Milletimiz adına utandım. Hastaları malpraktis davalarından çekindiğim, CİMER şikayetlerinden bıktığım için sırf elimde resmi evrak olsun, mahkemeye gidersek şikayet edilirsem tetkik dosyam kalın olsun ki kendimi sağlıktan hiç anlamayan hakime karşı savunabileyim diye o tetkikten bu tetkike yönlendirmekten bıktım. Hastalara tıbbın gerektirdiği tedaviyi bağımsız, özgür irademle yapamıyor olmaktan bıktım. (Covid olan herkese klorokin hatta favipiravir vermekten tutun da nedense mutlaka uymamız emredilen bilime aykırı olduğu açıkça ortada olan fi tarihinden kalma SUT kurallarına kadar) Yan odadaki meslektaşlarımın ilaç, medikal firmalarla gayriahlaki ilişki içinde olmaları ve çocuklarını bu sayede yurtdışında okutabiliyor olmalarını görmekten bıktım. Ben bu ahlaksızlığa dahil olmadığım için çocuklarımı milli eğitim bakanlığı okullarında okutursam eşim, büyüklerim en önemlisi de evlatlarım ileride bana ne der diye düşünmekten bıktım. Meslektaşımın darp edildiğini görüp ertesi gün darbeden kişilere hizmet veriyor olmaktan utandım, bıktım. Sağlığa siyasetin girmesiyle (haliyle ticaretin) birlikte niteliğin değil niceliğin önemli olduğu bir yapının kurulduğuna şahit olmaktan bıktım. MR da dünya birincisi, BT de muhtemelen yine rekortmen olan ülke olmamızın nedenlerini sorgulamayıp 1,5 tesla MR cihazı yetersiz geliyor 2 tesla MR larla değiştirelim, sizin küçük şirin ilçenizde MR yokmuymuş hemen hallediyoruz, “Da vinci robotunuz geldi hayırlı olsun genel cerrahlar, ürologlar haydi yiyin birbirinizi, yarışın kıyasıya, doğrudan temin ile uç aldırıp cebinizi doldurursunuz” diyen sistemden bıktım. Her istifa eden hekimden sonra geride kalanlara “daha çok çalışın istifa eden hekimin yerini mevcut sayınızla doldurun, bak MHRS randevuları 15 günü geçti vatandaş sıra bulamıyor” diyen sistemden bıktım. Cerrahların satın alma birimlerinin önünde sıraya girip hatta bazılarının firma elemanlarını kadrolu işçi gibi kullanıp satın almada nöbet tutturduğu tıbbi malzemeli ameliyat için, 22-f dosyasının hızlandırılmasını izlemekten bıktım. Üniversiteyi tercih eden daha doğrusu torpilini bulup üniversitede kadro alabilen ve şimdi profesörlüğünü alan arkadaşımın tüm ameliyatlarını öğleden sonra özel hastanede yapması ve yaptığı 1 ameliyattan benim 1 aylık ek ödememi çıkartmasını duymaktan bıktım. Daha 2 yıl öncesine kadar birlikte devlet hastanesinde çalıştığım teknisyenin özelde saç ektiğini ve ekim başına 4000 tl aldığını, son model arabayla hastaneye gelip gülücükler saçarak bizlere bunu anlatmasını duymaktan bıktım. Yurtdışına giden dönem arkadaşımın ülkesinde günde 5 hasta baktığını ve şayet 6. Hasta olarak muayene olmak isteyen olur ise ciddi bir ücret ödemek zorunda olduğunu duymuş olmaktan hicap duydum, bıktım. Taşerondan kadroya geçen işçinin ek gelirleri, tazminatları, ikramiyeleri ile benim maaş+sabit ücretimden daha fazla gelir aldığını duyduğum için bıktım. Acilde çalışan 112 şöförü arkadaşımın fazla mesaileri, nöbet ücretleri ile benim maaş+sabit ücretimden daha fazla kazandığını duyduğum için bıktım. Serviste çalışan hemşire arkadaşımın maaş+sabit+ek ödeme+nöbet her şey dahil taşerondan kadroya geçen işçinin aylık gelirinden daha düşük maaş alabiliyor olmasına şaşırdım, utandım, bıktım. Lütfen yanlış anlaşılmasın her mesleğe saygım sonsuz, maaşları analarının ak sütü gibi helal de olsun. Ama hekimlik mesleğinin geliri artık eski cazibesini yitirdi. Hekimlerin büyük kısmı gayrimeşru yollarla gelirlerini yükseltme çabasına girdi. Sistemde buna izin veriyor maalesef. Ancak bu kadar komik ücretlerle bu derece nitelikli işi yapan az sayıda hekime bu maaşlar layık değil. Sağlık sistemimizin el atılması gereken ve ciddi ciddi oturulup yeniden politikasının yazılması gerektiğini düşündüğüm revizyona ihtiyacı var. Ahlaksızlığı değil ahlaki değerleri öne çıkaracak bir sağlık sistemi geliştirilmelidir. Hekimleri tıbbın, bilimin güncel gelişmeleri ışığında tedavilerini özgürce uygulayabileceği ancak suistimallere de kapalı bir sistem oluşturulmalıdır. Kalın sağlıcakla…
79
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir