Medimagazin logo

Kamu üniversitelerinin radyoaktif ürün temin edememe sorunu devam ediyor

Ekimin ikinci haftası olan Nükleer Tıp Haftasında Türkiye Nükleer Tıp Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Tevfik Fikret Çermik Medimagazin’in sorularını yanıtladı.
Kaynak: MEDİMAGAZİN
Kamu üniversitelerinin radyoaktif ürün temin edememe sorunu devam ediyor
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

MEDİMAGAZİN - Nükleer Tıp Haftasında; nükleer tıbbın geldiği nokta, doğru bilinen yanlışları ve Türkiye’de nükleer tıptaki gelişmeleri Türkiye Nükleer Tıp Derneği Genel Sekreteri ve  Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, İstanbul Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Nükleer Tıp Kliniği’nden Prof. Dr. Tevfik Fikret Çermik’e sorduk.

Ekimin 2. haftasını Nükleer Tıp Haftası olarak kutladığınızı biliyoruz. Bu hafta için ne söylersiniz?

Son yıllarda bilinirliği artmış olsa da, nükleer tıp gerek toplumumuzda gerekse sağlık profesyonelleri arasında tanınırlığı diğer branşlara göre yetersiz maalesef. Adında nükleer kelimesinin olması birçokları için korkutucu bile gelebiliyor. Halen nükleer tıp nedir, nükleer tıp uzmanı ne işle iştigal eder sorularıyla karşılaşabiliyoruz. Bu hafta aracılığıyla hedefimiz Nükleer Tıbbın, tıp alanında tanı ve tedavide rol oynayan bir klinik dal olduğunun, radyoaktivitenin sağlık alanında yararlı amaçlarla nasıl kullanıldığının tanıtımını yapmak ve bu konudaki farkındalığı sağlamak.

O zaman bizde baştan başlayalım. Temel tanım ve kavram olarak Nükleer Tıp hakkında siz ne söylersiniz?

En basit anlatımıyla Nükleer Tıp çeşitli yapay radyoaktif maddeler kullanarak hastalıkların tanısının çoğunlukla SPECT veya PET gibi görüntüleme cihazları kullanarak konulduğu ve yine bazı kanser türleri başta olmak üzere bir kısım hastalıkların tedavisinin yapıldığı bir tıp alanı.

Tanı koymaktan bahsettiniz. Bu amaçla görüntüleme yaptığınızı biliyoruz? Nükleer Tıbbın Radyolojiden farkı nedir?

Bu çok kritik bir soru. Aslında işi hastaneye düşen her insanın radyolojik yöntemlerle teması ve dolayısıyla kaba da olsa bir fikri var. Ancak nükleer tıp böyle değil. Ne yapıldığı kolayca anlaşılamıyor bazen hastalar tarafından. Bunu size genel kavramlarla şu şekilde ifade edeyim. Hemen tüm hastalıklar organlarda ve sistemlerde önce fonksiyonel yani çalışma ile bozukluk meydana gelir, sonrasında morfolojik yani yapısal bozukluklar oluşur. Radyolojik yöntemler işte bu morfolojik değişiklikleri görüntüler ki bu tip değişiklik veya bozukluk oluştuysa meydana gelen hasarı geri çevirmek çok zor veya çoğu zaman da imkansızdır. Nükleer tıp görüntüleme yöntemleri hastalıkları fonksiyonel değişiklik yaptığı dönemde yani erken dönemde tespit ederler ki bu da kalıcı hasarın oluşmasından önce de bize hastalığı olumsuz etki ve sonuçlarını giderme şansı verebilir. Nükleer tıpta yapılan görüntüleme işlemine sintigrafi adını veriyoruz ki birine sintigrafi yapıldığını duyduğunuzda ona radyoaktif bir maddenin genellikle damar yolu ile olmak üzere verildiğini ve bu radyoaktif maddenin vücut içinden gönderdiği ışınların SPECT veya PET görüntüleme cihazları ile değerlendirdiğini anlamalıyız. Bazı radyoaktif maddelerin vücutta yer alan işlevlere doğrudan girme özelliği olsa da nükleer tıpta genellikle kullanılan radyoaktif maddeleri ilaç niteliğindeki yapılara eklemlemesi ile bir çeşit radyasyonun “akıllandırılması” ile işlevsel hale getirilir. Bu şekilde “akıllı” hale getirilmiş radyoaktif maddelere biz radyofarmasötik adını veriyoruz ki bu radyofarmasötikler istenen organa, dokuya veya sisteme gidebiliyor ve organın çalışması ve yapısı hakkında size bilgi veriyor.

Peki kanserde nükleer görüntülemede yapılan ne? Çünkü kanserde normal çalışan bir organdan veya sistemden bahsetmiyoruz?

Nükleer Tıpta özellikle moleküler görüntüleme yöntemi olan PET görüntüleme ile kanser ya da daha doğru ifade ile onkolojik hastalıklarda tanı ve evrelemesinde çok kabul gören bir yöntem haline artan bir ivmeyle girdiğini görmekteyiz. Bunu sağlayan şey temelde yine malign hadiselerin normal dokulara göre çok farklı metabolik özelliklere sahip olması. Bu artık halk arasında da iyi bilinen artmış şeker metabolizmasının değerlendirildiği FDG PET olabildiği gibi, herhangi bir tümörün kendi metabolik karekterine uygun olan mekanizmaların kullanımı da olabiliyor. Örneğin prostat kanseri için PSMA PET veya nöronedokrin tümörler için DOTA PEPTİD PET gibi farklı radyofarmasötik seçimleri olabiliyor. Bu birbirinden farklı radyofarmasötikleri kullanarak yapılan yöntemlerin tümü PET olsa da her birinde tamamen farklı bir metabolizmaya bakılıyor ve değerlendiriliyor. Bugün tanısal tıpta gelinen en son nokta olan hücre içinde veya hücre zarında meydana gelen metabolik değişiklikleri tespit etme arzusu ve bu arzuyu moleküler görüntüleme karşılayabiliyor. Aslında modern tıpta kullanılan diğer yöntemlerle hücrenin kapısına kadar dayandık ancak kapıdan içeriye giren yani hücre düzeyinde bize ne olup bittiğini söyleyen yöntem moleküler görüntüleme oldu. Bugün aslında hücre ile ilgili onlarca ve hatta yüzlerce yolağın ve reseptörün üzerinden moleküler görüntüleme yöntemleri ile sonuca ulaşmanın yolu açılmış durumda. Biz bu güne kadar hücre düzeyinde ne olup bittiğini patoloji ile anlamaya çalışıyorduk ki patoloji doğası gereği canlı organizmadan çıkarılmış ölü dokunun değerlendirmesiyle yapılmak zorunda. Moleküler görüntüleme ile canlı organizmada hayat devam ederken, çalışan organ veya sistemde bütünlük bozulmadan hücre düzeyinde ne olup bittiğini anlamamıza olanak sağlıyor. Bu sayede modern tıpta genel kabul görmüş birçok kavramın veya kabulün değiştiğine şahit oluyoruz, olmaya da devam edeceğiz.

Nükleer Tıpta tiroid kanserli hastaların halk arasında Atom tedavisini sizin yaptığınızı biliyoruz. Tedavi anlamında alanınızdaki yenilikler neler? Bize bu konuda neler söylersiniz.

Bu konuda da son dönemde çok önemli gelişmeler var ki bunlar kanser tedavisinde elimizi çok güçlendirecek. Nükleer tıp tedavi yaklaşımlarının yani radyonüklid tedavilerin kullanımlarının bir çok onkolojik tedavi algoritmalarına kazandırılmaya başladığını görüyoruz. Burada günümüzün hasta yönetim trendi olan kişiselleştirilmiş tedavi kavramına bir pencere açmak istiyorum. Kişiselleştirilmiş tedavi, doğru hastaya; doğru zamanda, doğru ilacı, doğru dozda vermeyi ifade ediyoruz ki, tıpkı terzide ölçü veriyormuşçasına hastaya en uygun tedavinin seçimi bu sayede mümkün olabiliyor. Terzinin üstendiği ölçü alma işini biz moleküler görüntüleme yöntemleri ile yapıyoruz. Moleküler görüntüleme yöntemleri ile kullandığınız “akıllandırılmış radyoaktivite” ile tümörün kullandığı reseptör veya hücre yolaklarını kullanılarak tümörün hücresel karakteristikleri ve vücut içerisinde yayılımını yani metastazları en detaylı bir şekilde gösterebiliyoruz. Ayrıca metastazlarda asıl tümörden farklılaşma, tedaviye direnç gibi yeni özellikler kazanma durumu varsa bunu da moleküler görüntüleme ile tespit edebiliyor. Tümörün karakterini ve metabolik özelliklerini anlamanız ona en doğru ilacı vermenizi veya en doğru yöntemle tedavi etmenize kılavuzluk ediyor. Ancak burada yeni bir kavram daha ortaya çıkıyor. Buda “teranostik”. Teranostik, tanı (diagnostic) ve tedavi (therapy) kelimesinin birleştirilmesi ile oluşturulmuş yeni bir yaklaşım. Moleküler görüntüleme ile yapılan “diagnostik” işleminden elde edilen bilgiyi yani tanısal radyasyona akıl veren farmasötiği “therapötik” edici etkisi olan daha güçlü bir radyoaktif maddeyle bağlayarak tümörü radyasyonla tedavi etme kapasitesine biz günümüzde nükleer tıp teknikleriyle uygulayabilir hale geldik. Bu sayede temeli 70 yıl öncesi tiroid hastalıklarının hem görüntülemesinde hem de tedavisinde radyoaktif iyotla kullanmaya başlayarak attığımız ilk adımlar, günümüzde moleküler teranostik uygulamalarla artık yeni bir düzeye evrildi. Yeni geliştirilen radyofarmasötikler ile bugün başta prostat kanseri olmak üzere, karaciğer tümörlerinde, nöroendokrin tümörlerin tedavisinde teranostik yaklaşımların rutine girdiğini görüyoruz. Bu sayede sadece adı geçen hastalıklarda değil aynı zamanda olan meme, over, akciğer, kolon kanserleri gibi yaygın görülen diğer kanserlerin tedavisinde de moleküler teranostik uygulamaların gündeme geldiğini önümüzdeki 10 yıllık dönem içerisinde göreceğiz. Onkolojik tanı ve tedavi yaklaşımlarındaki bu paradigma değişikliğini sağlayan teranostik yaklaşımların, biz nükleer tıpçıların çalışma alanı içinde olması bizler için heyecan verici ve bu sayede moleküler teranostik yöntemlerle gitgide daha fazla hastanın sağlığa ulaşmasına katkı verecek olmamamız yine bizler için mutluluk vesilesi oluyor.

Bahsettiğiniz bu gelişmeler yaşanırken yaşadığınız zorluklar nelerdir? Ülkemizin Nükleer Tıbbı örneğin Avrupa ile karşılaştırıldığında ne düzeyde?

Gururla söyleyebilirim ki ulusal nükleer tıp camiası nispeten sayıca küçük bir camia olsa da dinamik, yenilikleri ve gelişmeleri yakinen takip eden ve akademik anlamda oldukça üretken bir camia. Bahsettiğimiz en yeni teranostik yöntemler de dahil olmak üzere hem tüm nükleer tıp uygulamalarını yapabilme kapasitesine ülkemiz nükleer tıp hekimleri sahip. Bu kapasite özellikle sağlık turizmine özel önem veren ülkemiz için büyük bir avantaj. Bahsettiğimiz teranostik uygulamaları bizim kadar başarı ile yapan ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmez belki. Burada çok ciddi bir kullanılmayı bekleyen potansiyel ve ülkemiz için önemli bir gelir olanağı olduğunu göz ardı etmemeliyiz.

Ancak çok ciddi maddi sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmış bulunuyoruz. Bizim ülke olarak son dönemde yaşadığımız yüksek döviz oynaklıkları ve hemen tüm radyoaktif maddelere dünya genelinde olan ihtiyacın artması nedeniyle ürünlerin döviz cinsi fiyatlarında anormal artmışlar olması, özellikle son iki yıldır radyoaktif maddelere ulaşmada önümüze büyük zorluklar çıkarıyor. Hali hazırda temel hizmet fiyatlarının belirlendiği Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğindeki fiyatların 10 yıldır aynı düzeyde kalmış olmasına rağmen dışa bağımlı olduğumuz radyoaktif maddelerin fiyatlarında 4 ila 10 kat artışlar söz konusu. Maalesef radyoaktif maddelerin kendisinin veya hammaddelerinin temininde hala dışarıya bağımlıyız. Artan maliyetler ile başta üniversite hastaneleri olmak üzere kamu hastanelerinde, ağırlıklı kanser hastasının tanı ve tedavisinde kullanılan nükleer tıp yöntemlerinin sürdürülebilirliği artık mümkün olamaz hale geldi. Geldiğimiz ortamda özellikli hizmet veren çoğu üniversite hastanesi nükleer tıp kliniklerinin radyoaktif madde alamaması nedeniyle hizmeti durdurduğuna üzülerek şahit olmaktayız. Gitgide artan bir şekilde yük, sınırlı sayıda Sağlık Bakanlığına bağlı kamu hastanelerinin omuzlarına biniyor ki çoğu hizmet zararına da olsa hasta mağduriyetinin önüne geçme çabasıyla özverisiyle bu hastanelerde sürüyor halen. 2019 yılı başında Sağlık Bakanlığı insiyatifi üzerine alarak bazı radyoaktif maddeleri merkezi alımla temin ederek kendi hastanelerine dağıttı yıl boyunca. Bu yaşanan sorunu kısmen hafifletse bile kamu üniversitelerinin ürün temin edememe sorunu devam ediyor ve yukarıda detayını verdiğimiz özellikli hizmetlerin verilebileceği merkezlerin sayısının yetersizliği nedeniyle hastaların özellikle radyonüklid tedavilere ulaşması uzun bekleme sürelerinden sonra mümkün olabiliyor. Örneğin kendi çalıştığım İstanbul Eğitim ve Araştırma hastanesinde hastaların radyoaktif iyot tedavisi almak için en az 2 ay beklemeleri gerekiyor ki bazı hastanelerde bu sürenin çok daha uzun olduğunu biliyoruz.

nükleer tıp haftası
nükleer tıp
tevfik fikret çermik
Bu habere ilk yorumu siz yapabilirsiniz...
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir