Medimagazin logo

Prof. Dr. Sinan Yol: 'Tıp hukuku herkesin hakkını korumak mecburiyetinde'

Hekimlerin maruz kaldıkları şiddet olayları ve malpraktis davaları sebebi ile adliyelerde de yer alması tıp hukukunun gerekliliğini ortaya koyuyor. Sağlık çalışanlarının hakkını ve hukuktaki yerini bilmesi gerektiğini savunan Medimagazin okuru İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Yol ‘tıp hukukunun hem sağlıkçıya hem hukukçuya gerekli olduğunu savunuyor.
Kaynak: MEDİMAGAZİN
Prof. Dr. Sinan Yol: 'Tıp hukuku herkesin hakkını korumak mecburiyetinde'
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

 

Tıp hukukun neden önemli olduğunu anlatan bir yazı kaleme alan Prof. Dr. Yol Medimagazin aracılığıyla sağlık çalışanlarına hukukun etkisini belirtiyor:
 

Tıp hukuku hem sağlıkçıya hem hukukçuya gerekli 

Sağlığın kıymetini onu kaybettiğimizde anlar, hukukun kıymetini de hukuksuzlukla karşı karşıya kaldığımızda fark ederiz. Sağlık ve tıp tüm dünyada dinamik bir gelişim içindedir. Aynı şekilde bilginin ve pratiğin uygulanması da dinamiktir. Bu dinamik yapının uygulama sorunları günden güne artmakta ve çeşitlenmektedir. Toplumsal hayata kurallar koyan hukukun sağlık alanına düzenlemeler getirmemesi mümkün değildir. Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllardan başlayarak sağlık alanında düzenlemeler yapılmışsa da, son yıllarda bu alanda önemli gelişmeler olmuştur. Daha önceleri sadece kimi hukukçular tarafından ilgilenilen ve az sayıda çalışma yapılan bu alanda son 10-15 yıl içinde büyük aşama kaydedilmiştir. Özellikle 2005 yılında Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişikliklerin toplumsal değişimimiz ile beraber çok ses getirmiş olması, toplumun taleplerindeki artış ve siyasal yönlendirmeler bu gelişmelerin tetikleyicileri olmuştur.
Tıp hukuku alanında gelişme kaydedilmesinde ve farkındalığın artmasında hekimler ile sağlık kurum ve kuruluşları aleyhine açılan davaların rolü olmuştur. Burada, karşılıklı birbirini etkileyen gelişme yaşanmıştır. Toplumun farklılaşması ile beraber taleplerin ve sağlık çalışanları aleyhine açılan davaların artması tıp hukukunun gelişmesine yol açmış; tıp hukukunun gelişmesi de açılan davaları ve talepleri arttırmıştır. Ancak bu kısır döngünün henüz dengeye oturduğunu ifade etmekten uzak olduğumuzu belirtmek gerekir.  
 

“Toplumda hekime ve sağlık sistemine güven sarsıldı”
21. yüzyıla girişimiz ile beraber ülkemizde çok önemli değişmeler ve gelişmeler olmuştur. Bu değişmeler ve gelişmeler toplumsal algımızı, yaşam tarzımızı, beklentilerimizi ve taleplerimizi de değiştirmiştir. Artık geçen yüzyılda yaşayan insanlardan çok farklı bireyler durumundayız. Hem anne ve babalarımızdan farklıyız hem de 10 – 15 yıl önceki bizlerden farklı bireyleriz. Toplumda, hekime ve sağlık sistemine duyulan güvenin sarsıldığı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Bu güvenin sarsılmasında, taleplerin artması, artan talepler ile orantılı sistemin zamanında iyileştirilememiş olması (dolayısı ile karşılanamayan taleplerin artması), medya ve yayın kuruluşlarının haberleri tek taraflı olarak yaymaları ve siyasi kişilerin popülist tavırları rol oynamıştır. Kimi sağlık çalışanlarının bu güvenin sarsılmasında payı olduğunu da unutmamak gerekir; o kişilerin olumsuz tavırları ifade ettiğimiz gelişmeler ile birleşince ortaya hiç de istenmeyen bir tabloyu çıkarmıştır ki bu durum gerek sağlık hizmeti sunumunu gerekse sağlık hizmeti alımını olumsuz etkilemektedir. Artık insanımız, temeli güvene dayalı bu hizmetini alırken büyük bir güvensizlik yaşamakta ve kaotik durumda kalmaktadır.  
Sağlık sisteminden kaynaklanan sorunlar, kimi yöneticiler tarafından sistemin sorunsuz işlediği yönündeki beyanları sonucunda sağlık çalışanlarının omuzlarına yüklenmiştir. Uygulamada hasta hakları terazinin bir kefesine oturtulurken hekim ve sağlık çalışanlarının hakları terazinin diğer kefesine oturtulmuştur. Birbirinin mütemmimi olması gereken bu iki unsur birbirinin karşıtı olarak algılanmış ve bu ikisi arasında da sağlam bir denge oluşturulamamıştır. Hasta ve sağlık çalışanı arasında sağlıklı ve kalıcı bir denge kurulmadan sağlık sisteminde gerçek bir ilerlemenin olabilmesi de mümkün değil görünmektedir. Bu konuda hakça bir denge kurulması için hukukun katkısına ihtiyaç olduğu muhakkaktır ki tıp hukuku da bunun için gereklidir. Aksi halde ekonomik olarak ne kadar gelişirsek gelişelim sağlıksız bir toplum olmaya mahkum oluruz.


Tıp hukuku iki alan için de gerekli
Hasta ve sağlık çalışanının birbirinin tamamlayıcısı olabilmesi için arasındaki çıkar çatışmasının ortadan kaldırılması gerekir. Bunun için gerekli denge, saç ayağı misali üç ayak üzerinde durabilmelidir. Bu ayaklardan biri hasta, diğeri sağlık çalışanı ve bir diğeri de hukuk olmalıdır. Hastanın ve toplumun güvenliği için bu dengeyi sağlayacak tıp hukuku hem hukukçuya hem de sağlıkçıya gereklidir. O sebeple tıp hukukuna ilginin artması, daha fazla sayıda hukukçu ve sağlıkçının bu alana yönelmesi, bu alanda çalışması ve üretmesi gereklidir.
Yakın zamana kadar ülkemizde tıp hukukunun emekleme döneminde olduğu söylenirdi. Ancak emekleme döneminde olan bebek, kendisinden beklenenden çok daha hızlı gelişim göstermiştir. Bu hızlı gelişimde, bu alanın yalnızca hukukçulara ait olması gerektiğini savunan etkili ve yetkili kişilerin gelişimin önünde duramamaları ile bu alandaki ihtiyacı görüp bu alanın gelişmesine katkı sağlayan yöneticilerin etkisi büyük olmuştur. Bu gelişmenin, yakın gelecekte gerek hasta hakları gerekse hasta – sağlık çalışanı arasındaki ihtilafın çözümlenmesinde çok daha fazla katkı vereceği muhakkaktır. Bunun emarelerini bugünden görmek mümkündür.
Tıbbi uygulama hatalarını en aza indirebilmek için iyi tanımlanmış klinik uygulama
Tıpta uygulama hataları her an bir hastaya zarar verebileceği gibi her an bir hekim veya sağlık çalışanını da sıkıntıya sokabilir. Tıbbi uygulama hatası meydana geldiğinde bu durumun net olarak ortaya konulması gereklidir. Tıbbi uygulama hatası iddiası sonrası gerek uygulamadan mağdur olmuş hastanın gerekse hatalı uygulama iddiasına muhatap olan sağlık çalışanının hakkının korunması çok önemlidir. Ölüm ile sonuçlanmış olsa dahi artık aramızda olmayan müteveffanın hakkının korunması da toplumsal sorumluluğumuzdur. Tıp hukuku alanında çalışan herkesin bu bilinç ile hareket etme zorunluluğu vardır ve bu zorunluluk bize çok ağır sorumluluklar yüklemektedir.
Tıbbi uygulama hatalarının en aza indirilebilmesi için iyi klinik uygulamanın iyi ve net şekilde tanımlanmış olması gerekir. Özellikle de bir uygulamanın hata olup olmadığına karar verilmesi gerektiği durumda. Her ne kadar ihtilafı çözme noktasında işimiz iyi tedavi standardını belirlemek değilse de konunun uzmanlarınca belirlenmiş söz konusu ilkelerinin uygulama yöntemlerini tartışarak “iyi”nin belirlenmesine ve bu sayede de “kötü”nün anlaşılmasına katkı sağlamak önemlidir. Bu da gerek konuyu bilen ve gerekse hukuka hakim kişilerin varlığını gerektirir. İyi ve doğrunun tanımı yapılmadan yanlışın tanımı yapılamaz. O sebeple tıp hukuku alanında çalışan sağlıkçılara olan ihtiyacımız her geçen gün artmaktadır. Önce iyi klinik uygulama tanımı yapılacak ve bundan olan sapmalar yanlış ve hata olarak değerlendirilecektir. Bu son derece dinamik ve tanımlanması emek yoğun işlem, geniş katılımı ve iyi organizasyonu gerektirmektedir. Bu çalışmanın bir diğer özelliği ise sürekli olmasıdır. Bu dinamik ve yenilenen süreçte kanıta dayalı tıp kuralları ile sistemin her geçen gün iyileştirilmesi gerektiğini de unutmamalıyız. Ancak, bu sistem değişikliği sağlık işvereninin de sorumluluğunu gerektirmektedir.


Tıp hukuku herkesin hakkını korumak mecburiyetindedir
 Ülkemizde en büyük sağlık hizmeti sunucusu ve sağlık işvereni olan Devlet (Sağlık Bakanlığı)’in altyapısını kanıta dayalı tıbbi uygulamaları dikkate alarak yenilemesi ve doğan sorumluluğu üstlenmesi de gerekmektedir. Ancak pratikte alt yapı ve organizasyon sorunları nedeniyle gelişen olaylar sağlık çalışanlarının hedef alınmasına sebep olmaktadır. Devleti koruma refleksi ve devlete karşı olmama nedenleriyle sorumluluğu sağlık çalışanlarına yüklemek ve onların hedef olmalarına sebep olmak da sağlık çalışanlarına karşı haksızlıktır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi tıp hukuku herkesin hakkını korumak ve kollamak mecburiyetindedir. Bunun için de ülkemizde tıp hukukunun daha da gelişmesine ve geliştirilmesine ihtiyaç vardır.


“Sağlık çalışanları kişilere yardım etmek ve onların menfaatlerini koruma sorumluğunda”
Hekimler ve sağlık çalışanları, mesleklerinin gereği olarak kişilerin vücut bütünlüğü ve dokunulmazlığı ile sağlıklarına yönelik müdahalelerde bulunmaktadır. Bu müdahalelerin amacı kişiye zarar vermek, onun sağlığını riske atmak ve tehlike oluşturmak değil, aksine o kişiye yardım etmek ve onun menfaatlerini korumaktır. Sağlık çalışanlarının görevlerinin temelini oluşturan bu amaç onların sorumluluğudur. Bu sorumluluğun koşulları yasalarla belirlenmiştir. Her ne kadar hekim ve sağlık çalışanı, hareketi sonucunda ortaya çıkan neticeyi istemese de sorumluluğunun doğmasına neden olabilmektedir. Sorumluluk, medeni hukuk açısından tazminata mahkum olma, ceza hukuku açısından da fiilin yasal karşılığı olan cezaya mahkum edilme biçiminde gerçekleşebilmektedir. Tıbbi müdahalelerde vücut yararının ihlali değil aksine vücut ve sağlık yararının korunması söz konusudur. Bu tür bir müdahalenin ve bu amaç ile gerçekleştirilmiş bir eylemin darp, bıçaklama veya cinayet ile eş tutulması söz konusu olmamalıdır. Ancak hukukumuz, sağlık çalışanlarının özel sorumluluk statüsü gerektirdiğini ileri süren iddialara rağmen bu tür düzenlemeleri yapmamış, sağlık çalışanlarının eylemlerini de yasalar önünde tüm diğer eylemler ile eşit tutmuştur. Yürürlükteki mevzuatımızda da bu bakımdan herhangi bir ayrım söz konusu değildir. Ortak mevzuattaki kurallar herkese uygulandığı biçimiyle sağlık çalışanlarına da uygulanmaktadır. Dolayısı ile tüm sağlık çalışanları, eylemlerini tıbbi ve iyi klinik uygulamalar kurallarına uygunluğu yanı sıra hukuka uygunluk koşulları çerçevesinde de değerlendirmesi gerekmektedir. Hatta unutulmamalıdır ki sağlık çalışanı olmak cezanın ağırlaştırılmasını gerektirebildiği gibi diğer insanlar bakımından suç teşkil etmeyen bir eylem sağlık çalışanı sıfatına sahip kişi tarafından işlendiğinde suç olarak kabul edilebilmekte ve cezalandırılabilmektedir (Yalvaç Gürsel [Yargıtay Üyesi], “Hukuksal Açıdan Tıpta Uygulama Hataları”, (Ed. Yaşar Bilge, Ethem Geçim), Medikolegal Düzlem Tıpta Uygulama Hataları, İstanbul, Baskı Evi, s. 16). Dolayısı ile tüm sağlık çalışanları, iyi niyet ve özveri ile çalışırlarken tıp hukukunun gerektirdiği kuralları bilmeli ve ona uygun olarak sağlık hizmetini sunmalıdır. Hukuk kurallarına uygun, iyi klinik uygulamalar tüm sağlık çalışanlarının güvencesidir. Bu bilincin tüm sağlık çalışanlarına yaygınlaştırılması gerekmektedir.


Tıp hukuku kurallarının çok iyi uygulandığı özgün yaklaşımlara ihtiyaç duyar
Tıbbi sorumluluk hukukunun kendine özgü yapısı ve özelliği vardır; tedavi amacıyla gerçekleştirilen eylemler, klinik tedavi sürecinde, gerek hastanın bünyesine bağlı kişisel özellikleri gerekse hastalığın o bireydeki süreci (tıbbın temel kurallarından olan hastalık yoktur hasta vardır ilkesi) nedeniyle hukuken çözümü güç bir takım sorumluluklar doğurabilmektedir. Bu tür hukuksal sorunlara çözümler bulunmaya çalışılırken tıp hukuku kurallarının çok iyi uygulandığı özgün yaklaşımlara ihtiyaç duyulabilmektedir. Aksi takdirde soruna getirilmek istenen çözüm doğru, tutarlı ve dengeli olamayacaktır. Bu bağlamda, tıbbi eylemlerin uygulanması esnasında, tüm sağlık çalışanlarının ve sağlık hizmetinin sunulduğu sağlık kurumunun eylemlerinin hukuka bağlı olup olmadığının çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Doğan sorumluluğun tüm boyutları ile değerlendirmeden getirilen yaptırımlar ve verilen cezalar hukuku zedeleyeceği gibi hukuka olan güveni de sarsacaktır. Tıbbi uygulamalar sürecinde komplikasyon yaratan durum, tedavisinin gerçekleştirilmesi istenen hastalığın nadir atipik süreci olabileceği gibi bağımsız ve komplike bir hastalık olgusu da olabilir. Böylesi bir durumda, ihtilafının çözümü için somut olaydaki özel durum ve koşullara göre, aynı veya eşdeğer konumda bulunan ortalama bir hekimin göstereceği objektif dikkat ve özenin gösterilmiş veya gösterilmemiş olduğunun belirlenmesi gerekir! Bu ispatın nasıl yapılacağı veya yapılıp yapılamayacağı ise karar merciinde bulunanların sorumluluğunu artırmaktadır. Bu nedenle eylemden zarar gördüğünü iddia eden hasta mı hekimin gereken dikkat ve özeni göstermemiş olduğunu, zararını ve zararın eylem ile illiyet bağını kanıtlamak ve ispat yükünü yerine getirmeye çalışacak (iddia sahibi iddiasını ispat ile yükümlü müdür?) yoksa iddialara muhatap sağlık çalışanı mı tüm eylemlerinin hukuka uygun olduğunu, ortaya çıkan neticenin kendi eylemlerinden kaynaklanmadığını, eylemleri ile sonuç arasında illiyet bağı olmadığını ortaya koyacaktır? 
Sağlık çalışanı ispat yükü altında
Günümüzdeki pratik uygulama, sağlık çalışanlarını ispat yükü altında görmektedir. Sonuçta sağlık çalışanı kötü, hatalı ve yanlış tıbbi uygulama iddiası karşısında, kendisinin somut olayın gerektirdiği objektif dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirdiğini kanıtlamak, doğan sonucun kendi doğru ve yerinde eylemleri ile ilgili olmadığını, zarar ile arasında nedensellik bağının bulunmadığını belgelendirmek, bu ifadelerini destekler nitelikte somut kanıtları getirerek iddiaları çürütmek ve kendisini savunmak zorunda bırakılmaktadır. Bu tür çözümü zor ve özel uzmanlığı gerektiren sorumlulukların adil ve hakkaniyetli olarak ortaya konulmasında, tıp hukuku alanında çalışan hukukçu ve sağlık çalışanlarına ihtiyaç olduğu açıktır.
Sonuç olarak, günlük hayatımız için çok önemli olan sağlık alanında yaşanabilecek olumsuzlukların daha adil ve daha hakkaniyetli olarak çözümlenebilmesi için ihtiyaç duyulacak tıp hukuku alanında eğitim alan ve bu alanda çalışmalar yaparak bu konunun ülkemizde arzu edilir boyutta yerleşmesi ve gelişmesini sağlayacak hukukçu ve sağlık çalışanlarına ihtiyaç vardır.

tıp hukuku
Yorum (2)
Mustafa D.
***Uzman veya öğretim görevlisi eşliğinde hasta bakması gereken bir asistan; KESİNTİSİZ ÇALIŞMA sürecinin "18. SAATİNDE" tek başına hasta bakarken YAPTIĞI bir tıbbi hata yüzünden tek başına YASAL SORUMLU olarak gösterilebilir mi? Ülkenin her yerinde asistanlara tek başına hasta baktırılıyor. Yalan mı? 1- İş kazası mıdır malpraktis midir? 2- İş verenin bir hekimi 18 saat kesintisiz çalıştırıp, uykusuz bırakmaya hakkı var mıdır? 3- İş sağlığı ve güvenliği açısından bir hekimin FAZLA ÇALIŞMA süresinin TAVAN SINIRI ne olmalıdır? 4-Uykusuz ve kendini yorgun hisseden bir hekimin İŞTEN KAÇINMA talep etme şansı var mı? Nöbet sonrası istirahat etme şansı var mı? 5-Sağlık hukukunu bırak ANAYASAL SAĞLIK, GÜVENLİK, DİNLENME haklarını koruyamayan bir insanın HATA YAPMADAN çalışması beklenebilir mi? 6- Bir LİBBY ZİON davası bu ülkede görülecek mi?
53
Cevapla
Ayhan Aydın
Güzel bir yazı. Sağlık hizmeti uygulamanın çok zorlaştığı bir ortamda artık konuşmak, kınamak, vs yetmiyor. Yapılması gereken Acilen 'Hekimlik ve ilgili meslekler in uygulanması sırasında , hekim, hasta ve diğer sağlık çalışanlarının görevleri, hakları, sorumlulukları ve komplikasyonlar, istenmeyen ilaç yan etkileri gibi konuları irdeleyen bir kanun çıkartmaktır. Türkiyede artık bunu yazabilecek yetkinlikte kafası çalışan iyi niyetli, hakperver adamlarımız vardır. İsteyene bir çırprıda 10 isim yazabilirim. Naçizane kanatim bu konuda mağdur olan grup hekimler ve hastalar oduğu için bu konudaki talep zorlaması hekimlerden ve hasta derneklerinden gelmelidir.Toplanıp toplanıp kenarda konuşup ağlaşmak yerine Kanun yapıcılara bu ''Zorunluluk '' u anlatmaya çalışmalıyız. Şu anda hergün hepimiz tek başına bir ''Sağlık kanunu''' olmadığından 'sağlık hukuksuzluğu mağduru' potansiyeli taşımaktayız. Ayrıca herkesin ekonomi konuştuğu bu günlerde devletimiz , ortaya çıkan aşırı defansif tıp uygulamaları yüzünden kanatimce lüzumlu olanın 2 katı para harcamaktadır. İgililere .......
0
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir