Medimagazin logo

SSK'lı profesörden ilginç açıklamalar

Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Azerbaycan'ın özgürlüğüne kavuşmasından sonra ekonomik sıkıntılar nedeniyle 10 yıl önce Türkiye'ye gelerek Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde (OMÜ) sözleşmeli öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlayan Prof. Dr. Çingiz Efendiyev'in, 8 yıllık uğraşı sonucu SSK'lı olduğu ve SSK'lı olana kadar eşinin tedavisi için mühendis olmasına rağmen tıp ve eczacılık alanında da kendisini geliştirdiği öğrenildi
SSK'lı profesörden ilginç açıklamalar
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol
Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Azerbaycan'ın özgürlüğüne kavuşmasından sonra ekonomik sıkıntılar nedeniyle 10 yıl önce Türkiye'ye gelerek Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde (OMÜ) sözleşmeli öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlayan Prof. Dr. Çingiz Efendiyev'in, 8 yıllık uğraşı sonucu SSK'lı olduğu ve SSK'lı olana kadar eşinin tedavisi için mühendis olmasına rağmen tıp ve eczacılık alanında da kendisini geliştirdiği öğrenildi.

Azerbaycanlı Prof. Dr. Çingiz Azadoğlu Efendiyev, Türkiye'de yaşadıklarını esprili bir şekilde anlatırken, başından geçen bazı anekdotları da aktardı. Kendisini en çok SSK'lı profesör olması, Türk eczacılarının bütün dünya bitkisel ilaçlara yönelirken sentetik ilaçlar konusundaki ısrarı ve tıp camiasına bir türlü irido teşhisi kabul ettiremeyişinin etkilediğini belirtti. OMÜ'de çalışan bir profesör olarak OMÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'nde kendisinin veya eşinin tedavisini yaptıramamasına anlam veremediğini dile getiren Efendiyev, başından çok ilginç olaylar geçtiğini anlattı.

SOVYETLER'DEN FAHRİ NİŞAN MADALYASI

Efendiyev, 1933'te Azerbaycan Bakü'de doğdu, 1956'da Odessa Elektroteknik Haberleşme Enstitüsü'nün Radyo Yayın ve Radyo İletişim Fakültesi'ni bitirdi. 1956'dan 1967'ye kadar Azerbaycan Televizyon Merkezi'nde Mühendis, Yüksek Mühendis Araştırma Laboratuarı Müdürü ve Televizyon Merkezi'nin Müdürü görevlerinde bulundu. Bu dönemde Azerbaycan'da Televizyon Yayını ve Radyolink Şebekesi'nin geliştirilmesinde gösterdiği büyük başarılarından dolayı 1956 yılında Sovyetler Birliği'nin Fahri İletişimcisi unvanını aldı ve 1964'te "Fahri Nişan" madalyasına layık görüldü. 1967'de Azerbaycan Teknik Üniversitesi'ne davet edildi. 1968'de doktorasını vererek doktor unvanını aldı. 1970'te doçent oldu. 1974'ten itibaren Televizyon ve Radyo Teknik Fakültesi'nin dekanı seçilerek 15 Şubat 1996 yılına kadar bu görevde bulundu. 1991'de Moskova'da Sovyetler Birliği Yüksek Eğitim Bakanlığı'nın İletişim Tekniği Bilim Şurası'nın kararıyla Televizyon ve Radyo Sistemleri alanında profesör unvanını kazandı. Çingiz Efendiyev'in Bilimsel Araştırmaları ve Mühendislik çalışmaları değerlendirilerek kendisine "Azerbaycan Cumhuriyetinin Emektar İcatçısı" unvanı ve altın madalya verildi. Çingiz Efendiyev, Televizyon ve Radyo Sistemleri Tekniği konusunda 70'e yakın bilimsel makale, patent ve Azerbaycan Cumhuriyeti'nin, Türkiye ve Rusya Federasyonu'nun Üniversite öğrencileri için önerdiği 7 ders kitabı yayınlandı.

Bu görevlerde bulunup başarıları ödüllendirildikten sonra Azerbaycan'daki ekonomik kriz nedeniyle ailesini geçindirmek konusunda düştüğü sıkıntıdan dolayı 1996 yılında Türkiye'ye gelen Efendiyev, Samsun OMÜ Mühendislik Fakültesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü'nde Telekomünikasyon Anabilim Dalı'nda sözleşmeli akademik personel (Prof. Dr.) çalışmaya başladı. "Radyo Televizyon Mühendisliği", "İletişim Tekniği", "İletişim Dizgeleri", "Mikrodalga Dizgeleri", "Antenler ve Propagasyon", "İleri TV Tekniği 1-2" yüksek lisans dersleri ile doktora ve yüksek lisans danışmanlığı yapan, 5 yüksek lisans öğrencisi ve bir doktora öğrencisini mezun eden Efendiyev, Azerbaycan'ın hızla geliştiğini, önümüzdeki yıl ülkesine döneceğini belirtti.

Azerbaycan'da fakülte dekanı olmasına rağmen 10 yıl önce aldığı maaşın ailesini geçindirmeye yetmediğini belirten Efendiyev, "Buraya gelerek çalışmaya başladım. O günden şimdiye kadar Samsun'da bu fakültede çalışıyorum. Şimdi durum Azerbaycan'da tabii ki çok daha iyidir. Bu senenin sonunda Azerbaycan'a dönmeyi düşünüyoruz. Azerbaycan Teknik Üniversitesi'nden beni bekliyorlar. Uzun süredir 'gel' diyorlar. Tabii ben Türkiye'de çalışarak yalnız eşime değil, torunlarıma, çocuklarıma da yardım ediyorum. Benim buraya gelmemle ailemin tümü çok daha iyi konuma geldi. Şimdi ona o kadar ihtiyaç yoktur. Ama yine de sene sonuna kadar buradayım. Buradan da benim gitmemi istemiyorlar" dedi.

EN BÜYÜK DERT SİGORTA

Öğretim üyesi olarak görev yaptığı bölüm üyeleriyle birebir kaynaştığını, kendisini yabancı gibi hissetmediğini, zaten Azerbaycanlı olduğuna göre Türkler'e yabancı olamayacağını, yine de farklılıkların az olmadığını ifade eden Enfendiyev, "Düşününki biz Sovyetler döneminde tamamen farklı muhitte yaşamışız. Ona göre Türkiye'ye gelince bazı şeylerle uyum o kadar da kolay değildi. Ekonomik durum burada iyi. Biz kadrolu Türk vatandaşlarıyla aynı durumda maaş alırız. Ama belli problemler var. Özellikle sigorta problemi var. Açık diyeyim size ki benim Azerbaycan'a dönmemin de nedenlerinden biri odur ki burada sigorta işi iyi değil. Örneğin ben üniversitede çalışarak üniversite hastanesinden yararlanamıyorum. Ya özel sektöre müracaat edeceğim veya tamamen güvencesiz kalıyorum. Ben de bunun üzerine eşyalarımı toplayıp 2004 yılında Azerbaycan'a döndüm. Eşim hastaydı. Burada hiçbir yardım görmedim, döndüm Azerbaycan'a. Eşimin tedavisini orada sürdürdüm. Ancak sonra üniversiteden rektörlükten Bakü'ye müracaatlar geldi ki 'Siz dönün Türkiye'ye ne lazımsa biz yaparız' dendi. Sözde evet oldu ama icraat farklıydı. Bana 1 sene sonra sigorta olacak diye söz vermişlerdi. Rektörlükle 1 sene 'kavga dövüş' oldum sigorta yüzünden. Sonunda SSK'dan sigortalı oldum. Ben profesörüm. SSK sigortası işçi sigortası. Onu da ben zorla yaptırdım. Ben dedim; eğer bu herhangi bir sigorta olmazsa ben Türkiye'de çalışmayacağım. Benim konumumda Türkiye'de çalışan yabancı öğretim üyeleri hepsi bu durumda. Ya hiç sigortası yoktur ya eğer biz bunun üzerinde durup sigorta primini kendimiz ödüyorsak o zaman bize SSK sigortası tebliğ olunur" diye konuştu.

Sigortayı niçin yaptırdığını ifade ederken, "Ben sokakta gidiyorum, düştüm, bacağım kırıldı. Ne yapacağım? En azından benim SSK sigortam olacak. Tedavimi yaptıracağım. Ama tedavi için gidip şehir hastanesinde kuyruğa gireceğim" diyen Prof. Dr. Efendiyev, ne zaman tedavi olacağının, kendisini kimin tedavi edeceğinin belli olmadığını vurguladı. Bu sorunun Türkiye'de çözülemediğini, yabancı öğretim üyeleri için sadece OMÜ'de değil, diğer üniversitelerde de sigorta sıkıntısının yaşandığını kaydeden Efendiyev, "Biz Türkiye için çaba gösterir çalışırız, tabii ki onun karşılığını da alırız, ama bu sigorta işi hallolmuyor. Türkiye'deki profesörler emekli sandığına bağlı ve onlar tam hukuklu olarak üniversite hastanesinden yararlanıyor. Biz de bu haklardan yararlanmak isterdik. Bize üniversitede tedavi olmamız için doğal hakkımız olduğu söyleniyor. Doğal hakkımız ama yararlanamıyoruz. Biri Türkiye'de, biri başka ülkeden gelmiş profesör. Neden bunların hakları aynı değil? Böyle bir ayrım var. O da tabii ki iyi değil. Ben düşünmüyorum ki bu problem ne zaman çözülecek ama şimdiye kadar durum böyle. SSK sigortalı profesörüm, o da zorla" şeklinde konuştu.

"BENİM YAŞIMDA PROFESÖR YOK"
73 yaşında olmasına rağmen çalışmaya devam eden ve "Benim babam 90 yaşındadır ama hala çalışır" diyen Prof. Dr. Efendiyev, "Açıkçası ben Türkiye'de bazı şeylere üzülüyorum. Ben Azerbaycan'da emekliyim. Orada 60 yaşından sonra herkes emekli. Ama zorunlu emeklilik yok. Bazı profesör arkadaşlarım burada çalışabilir durumda ama emekli ediliyorlar. O ne derecede doğru bilmiyorum. Onların yerine genç kadro varsa, yerini tutabilecek kapasitede öğretim üyeleri varsa mantıklı. Ama böyle bir kadro yok, bunlarda emekliliğe gönderiliyor. 'Sen bu yeri terk et' deniyor. Bu bence doğru değil. Bir de burada öğretim üyeleri çok büyük derecede yetmiyor. Varolan öğretim üyeleri bu yükü kaldıramıyor. Çünkü yeterli değil. Öğretim üyelerinin sayısı az. Ben haberleşme kolundayım. Ben Azerbaycan'a döndükten sonra burada 1 öğretim üyesi kalıyor. Bu yükü kaldırmak mümkün değil" dedi.

Türkiye'nin mühendislik konusundaki durumunun prensipte fena olmadığını ancak eksiklikleri bulunduğunu açıklayan Efendiyev, bütün teknolojinin dışarıdan ithal olmasını eleştirerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Yani tam anlamıyla kendi ürettiği teknolojisi yok. Mühendisler var ama donanım yurtdışından getirilmiş donanımdır. O donanım üzerinde denetim yapanlar dışardan getirilen yabancı firmalardır. Mühendislerin çalışabileceği alan çok dar. Açıkçası baktım dedim; burada mühendis lazım değil. Ortaokul mezununu oturtun, ona bu kırmızı lamba yandığında bu düğmeye basacaksın, yeşil lamba yandığında bunu yapacaksın deyin. Mühendislerin rolünü, firmalar müsaade etmiyor ki mühendis müdahale etsin. Mühendis o donanım üzerinde çalışıp onun bazı parçalarını yenileyebilir, yeni çözümler ve teknikler getirebilir. Bu Türkiye'de yoktur. Mühendisler indirilmiş sıfıra. Türkiye'de iletişim konusunda teknoloji yok, dışarıdan geliyor, montajlanıyor sonra da mühendise diyorlar ki; sen ancak bu düğmelere basabilirsin. Sen bu donanımın içine giremezsin. Sen bu blok bozulursa tamir edemezsin. Yazık bu mühendislere. Türkiye'nin mühendise ihtiyacı yok. Ortaokul mezununu oturt yapsın, iş bitti. Durum böyle. Ona göre Sovyetler'de ne vardı. Kapalı bir rejim olmasına rağmen donanımların hepsi Sovyetler'de icat olmuş donanımdı. Biz onların her tarafına müdahale edebilirdik. Ona göre mühendis mühendis olur. Bak benim bu gözlüğümün bir kolu kırılırsa ben onu tamir edebilirsem, ben onun ne olduğunu biliyorumdur. Yok ben yalnız bunu kullanırsam, kullanıcı olurum. Ya mühendissinizdir ya kullanıcı. Türkiye'deki mühendisler kullanıcı. Burada durum o kadar iyi değil. Evvela üniversite programları yeterli değil. Örneğin bizim branşta öğrenci 4 sene okuyor, 4 sene içinde bu öğrenci bir kez proje yapmıyor. Teorik dersleri alıyor, giriyor sınava kafasında ne var kağıda döküyor, işi bitiyor. Sınavdan ertesi gün aynı soruları sor hiçbir şey bilmez. Çünkü hepsi ezbere dayalı. Bu öğrenci öğretim süresince her bir dersten bir proje yapmalı. Program diye bir şey yok. Şimdi diyorlar ki; Türkiye'de eğitim Bologna sürecine tabi olmalı. Bologna süreci için her ders için ayrıntılı programlar olur. Azerbaycan Teknik Üniversitesi'nde Bologna sürecine geçildi. Beni oraya 'yardımcı olun' diye davet ettiler. Biz iletişim tekniği üzerine programlar yaptık. Kitabını hazırladık Her bir dersin ayrıntılı programı var. Hoca derse girip de ağzına geleni söylemez. Programa uygun söylemeli. Burada böyle bir şey yok. Programlar var kısa kısa. Bununla kaliteli mühendis yetiştirilmez."

"HEKİM SORUMLU OLACAK"

Mühendislik Fakülteleri'ndeki ders programlarının daha ayrıntılı olması gerektiğini ve okutulan derslerin sayısının arttırılmasının önemini anlatan Efendiyev, şunları söyledi:

"Türkiye'de eğitimde çok büyük değişiklikler yapılmalı. Uygulama olmalıdır. Bir ders var. Mikrodalga tekniği. Günümüzde mikrodalga tekniği diye bir ders olmamalıdır. Çünkü mikrodalga tekniği nedir? Kimse bilmiyor. Eskiden radyo haberleşmesinde, nispeten aşağı frekanslar kullandıklarından üst frekanslara 'mikrodalga' derlerdi. 'Dalga boyları' derlerdi. Böylesi bir anlayış doğru değil. Mikrodalga tekniğine ne dahil olmalıdır. Bir de mikrodalga dizgileri uygulamalı dersti. Mikrodalga dizgilerine ne verilir, 14 hafta 3 saatten 42 saat. 42 saat içinde o teknikleri yüzeysel anlatmak bile mümkün değil. Ona göre yeniden bütün ders programları analiz edilmeli ve günümüze uygun hale getirilmeli. Bunun örnekleri var.

Mühendis olmasına, doktor olmamasına rağmen 2 yıl öncesine kadar 8 yıl boyunca sigortasız çalışmasından dolayı hasta olan eşinin tedavisi için internetten yaptığı araştırmalarla tıp alanındaki bilgisini geliştirdiğini ve eşini tedavi ettiğini dile getiren Prof. Dr. Efendiyev, "İnternetten hastalığı araştırıyorum. İlaçlarını buluyorum. Ben şimdi öyle bir hale geldim ki bana bir doktor ilaç yazıyorsa ben direkt o ilacı almayacağım. Ben oturup o ilacı araştıracağım. Bu ilacın yan etkileri, mekanizmaları nedir? Bu kültürdür. Bizim bölüm başkanı da aynı. Bir hekim çok iyi. Hatta bir pratisyen benim eşimi tedavi ediyordu. Hiçbir sonuç yoktu. Ben dedim 'evet siz kendi işinizi yapın ben de kendi işimi'. Ben eşimi tedavi ettim. Şimdi bana diyor ki; Sen hukuksal olarak nasıl eşini tedavi edersin? Sen hekim değilsin. Dedim ona ki; sen hekimsin tedavi ettin sonuç sıfır, ben hekim değilim sonuç olumlu. Neden? Onu da söyledim; siz önce mühendis olup sonra doktor olsaydınız çok daha iyi doktor olurdunuz. Niye? Çünkü sizde mühendisin mantığı yoktur. Senin karnın ağrıyor, sana karın ağrısından ilaç veriyor. Bunu araştırmak lazımdır. Bin tane şey olur. Omurga kalp ağrısı verebilir. Sen önce kalbi mi tedavi edeceksin? Hekimler birlikte çalışmalı. Burada her hekim müstakil. Ben seni tedavi edeceğim ama insan organizması o kadar karmaşık ki bir hekimin işi değil. Ona göre insanın kafasında bir mantık olmalı. Doktora bunları şaka olarak söyledim ama anladılar. Ben makineyle uğraşıyorum. Yanlış yapsam makine en fazla bozulur, ama sen insanı tedavi ediyorsun, bu daha sorumluluk ister. Hekim sorumlu olacak" dedi.

"İRİDO TEŞHİSİ ANLATAMADIM"

Bir doktora öğrencisinin bu senenin başında doktorasını bitirdiğini, doktorasını nispeten yeni, şimdilik yeni sayılabilecek bir alanda yaptığını, o alanın adının "İrido teşhis" olduğunu da açıklayan Efendiyev, şu bilgileri verdi:

"Ben burada onun propagandasını yapıyorum ama olumlu sonuç alamıyorum. Bu nedir? İrido teşhis bundan 3 bin sene önce bilinen şeydir. Ama tekniğin gelişmesiyle bu yöntem şimdi yeniden meydana çıkmıştır. Bu teşhis yöntemi bütün Avrupa ülkelerinde kullanılıyor. ABD'de geç olmakla birlikte kullanılıyor. Rusya'da, Azerbaycan'da 10 yıllardır kullanılır. Türkiye'de kullanılmıyor. İrido teşhis. İrido: Gözümüzün o elvan örtüsü var. Mavi gözlüdür, kara gözlüdür. Bu tabaka iriste. Bu tabakanın üzerinde bütün organların izi var. Haritası var. Her bir haritanın o organ üzerinde sensörleri var. Sen bu gözün renk tabakasını izleyerek irido teşhis yapabilirsin. Ama Türkiye'de yapılmıyor. Azerbaycan'da şu anki bizim eski Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in eşi bu konunun profesörüydü. Bu dünyada belli. Ben burada üniversitede bu konuyu geliştirmek istiyorum, 'Yok hocam, boş şeydir' bunlar diyorlar. Nasıl boş şeydir? Bütün dünya bununla meşguldür. Ben doktora öğrencimle Türkiye'de hiçbir materyal bulamadım. Sonra Kanada'da yeni bir irido teşhis merkezi açılıyor. Yazıştık. Oradan bir sürü materyaller aldık. Niye alıyorum? Burada diyorum ki; gelin burada bir oda ayırın bir de aftermaskop koyun oraya, hastaneye gelen hastaları önce sokun bu odaya. Sen hastaneye geliyorsun diyorsun ki benim kalbim ağrıyor. Seni kardiyalojiye gönderiyorlar. Bakıyorlar kalpte bir şey yok. Kardiyolog deneyimli ise sizi omurga hastalıklarıyla meşgul birime gönderecek. Deneyimli değilse salacak sizi bütün hekimleri gezeceksiniz. Sizi mahvedecekler. İrido teşhis de nedir? Giriyorsun odaya, senin gözüne bakıyorlar, senin hastalığın hangi organda. Karaciğer. İrido teşhis teşhisi net vermiyor. Ama diyor ki 'problem karaciğerde, böbrekte, kalpte' diyor. Biz görüntülerin analiziyle meşgulüz. Biz ne ediyoruz, diyelim ki irido teşhiste kullanılan o göz şekli ayrıntılı olarak görülmüyor. Biz görüntü işleme teknikleriyle az fark edilen elemanları daha belirgin hale getirebiliriz. Biz irido teşhisin kendisiyle, özüyle meşgul olmuyoruz. O doktorların işi. Ama biz onlara öyle şartlar hazırlıyoruz ki teşhis daha doğru olsun. Teşhisin doğruluğunu yükseltebiliyoruz. Elektronik mekanizmayı hazırlıyoruz. Bu potansiyel var ama kullanmıyorlar. Ben 10 senedir bunun Türkiye'de propagandasını yapıyorum, hiç kimsenin umurunda değil."

İrido teşhis konusunda doktorasını yapan öğrencisi Yaşar Nuri Sevgin'in Türk Telekom İl Müdürlüğü'nde çalıştığını, fakülte dekanı Osman Nuri Ergün'ün onu üniversiteye öğretim üyesi olarak getirmek istediğini de ifade eden Efendiyev, Sevgin'in çalıştığı kurumda daha fazla maaş aldığını söyledi. Efendiyev, "Maaş orada daha iyi. Buraya gelse olacak yardımcı doçent. Ama orada profesör maaşından daha fazla maaş alıyor. Neden gelsin?" yorumunu yaptı.

"BUNU BEN BULMADIM, KISKANMANA GEREK YOK"
Eşinin hastalığıyla ilgili bir anısına da değinen Efendiyev, Türkiye'de bitkisel yerine sentetik ilaçlara eczacıların daha çok ağırlık vermesine anlam veremediğini vurguladı. Efendiyev, anısını şöyle anlattı:

"Azerbaycan'da ilaç çeşitleri buradan kat kat çok. Çünkü oraya bütün dünyadan ilaç geliyor. Türkiye'ye dışardan hiçbir şey gelmez. Türkiye'de ne üretiliyorsa ancak o kullanımda olsun isteniyor. Çok kötü sesleneceğim: Türkiye'de karaciğer yetmezliği olan hastaların sayısı çok fazla. Karaciğer yetmezliğinin tedavisi demiyorlar ki yok derecede. Buna rağmen Avrupa'da, Almanya, Bulgaristan'da çok iyi bitkisel ilaçlar üretiliyor. Bunlar karaciğer yetmezliğini tedavi edecek etkide. Onlardan biri çok etkili. Kaç senedir kullanıyorum ve faydası şüphesiz iyidir. Almanya da üretilen bir ilaç. Ben onun kılavuzunu Türkçe'ye çevirdim. Bizim eczacılık bölümüne vardım. 'Hocam bakın siz interferonla tedavi ediyorsunuz karaciğeri. İnterferonla her bir hastalığı tedavi etme var. Çünkü bağışıklık sistemini kuvvetlendiren bir şeydir. Bütün hastalıklara karşı vücut direnci artıyor. Ama karaciğere yönelik bir ilaç değil' dedim. Bana nereden bildiğimi sordu. 'Bak ben kaç kişi tanıyorum. Çok iyi sonuçlar veriyor. Hepatit (karaciğerle ilgili) geçiren eşim o ilacı kullandı, hepatitin izlerini bulamıyorum' dedim. Baktı, 'Hocam bitkiseldir bu' dedi. Çok iyi. Bitkisel ilaç daha iyidir. Bu benim icadım değil ki, kıskanmana gerek yok, ben bunu Türkçe'ye çevirdim, Almanya'dan getirdim. Bana, 'Ya hocam biz öyle şeylerle meşgul olmuyoruz, sentetik şeyler yapıyoruz' dedi. Siz yapın. O sentetik şeylerin belası 20 sene sonra ortaya çıkacak. İşte böyle."


İHA
ssk'lı
profesörden
ilginç
açıklamalar
Yorum (1)
elgun
men azerbaycan teknik universitetinde oxuyuram ve cingiz muellimbizim kafedrada ders deyir (televiziya ve radiosistemler)yaxsi muellimdi.azerbaycanda tum hocalar onun kimi olsalar iyi olur..ismim elgun ahmedov
1
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir