Medimagazin logo

İthal doktora evet mi, hayır mı?

Başbakanımızın "Türkiye'de yabancı doktor istihdam edilebilmelidir" sözleri geçtiğimiz hafta çok tartışıldı. Halkın gündemine "ithal doktor" terimiyle giren bu konuda başbakanı destekleyen ve alkışlayanlar da oldu, şiddetle karşı çıkıp eleştirenler de. Mynet yazarı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, ithal doktor konusunu yazdı
İthal doktora evet mi, hayır mı?
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol
Başbakanımızın "Türkiye'de yabancı doktor istihdam edilebilmelidir" sözleri geçtiğimiz hafta çok tartışıldı. Halkın gündemine "ithal doktor" terimiyle giren bu konuda başbakanı destekleyen ve alkışlayanlar da oldu, şiddetle karşı çıkıp eleştirenler de. Mynet yazarı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, ithal doktor konusunu yazdı.

Bilmeyenler için hemen hatırlatalım: 1928'de çıkarılan 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'a göre, bir kişinin Türkiye'de hekimlik yapabilmesi için "T.C. vatandaşı olması, Türkiye'deki bir tıp fakültesinden mezun olması ve diplomasının Sağlık Bakanlığı tarafından tasdik edilmesi" gerekiyor. Başka bir deyişle, Türkiye'deki hastaların "yabancı bir doktor" tarafından muayene ve tedavi edilmeleri bu kanuna göre kesin olarak yasak ! Ayrıca, diş hekimliği, ebelik, hemşirelik, eczacılık yapabilmek için de Türk vatandaşı olma zorunluluğu olduğunu hatırlatalım.

Bu kanunun esas amacının, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti' nin başka alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da kendi doktoruna... kendi hemşiresine... kendi eczacısına inanmak, güvenmek olduğu kanısındayım.

İTHAL DOKTOR NERDEN ÇIKTI

Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Necdet Ünüvar' ın açıklamasına göre, yabancı doktorların Türkiye'de görev yapmasıyla ilgili mevzuat değişikliği, Avrupa Birliği'nin gereği ! Ünüvar, "Bu çalışmanın sadece doktorları değil, diğer meslek gruplarını da kapsadığını, Türkiye'deki hekim sayısının diğer ülkelerle kıyaslanamayacak kadar az olduğunu'' belirterek "Türkiye'de 100 bin kişiye düşen hekim sayısı 123, İtalya'da ise 563." dedi.

Doğu'daki bazı il ve ilçelere ne "sözleşmeli hekim" ne "zorunlu hizmet" uygulamaları ile yeterli sayıda doktor göndermeyi başaramayan ve durumu ancak "geçici görevlendirmelerle" idare etmeye çalışan hükümetin, Avrupa Birliği'ni bahane ederek "Doğu' daki doktor açığını" bu şekilde kapatabilme fırsatı yakaladığı da bir gerçek. Yeni düzenlemenin, zorunlu hizmet yasasına karşı çıkan doktorlara karşı hükümetin elinde çok güçlü bir koz olacağını da görmek lâzım.

KARARA SEVİNEN DOKTORLAR

Önce, ithal doktora kimlerin "evet'' dediğine, kimlerin bu öneriyi coşkuyla alkışladıklarına, hatta zil takıp oynadıklarına bakalım, sonra da "hayır''da hayır görenlerin sesine kulak verelim.

Bu habere, teorik olarak en çok 1219 sayılı kanuna göre Türkiye'de doktorluk yapması mümkün olmayan doktorlar sevinmiş olmalıdır.

Bunların bir kısmı yurtdışında tıp eğitimi görmüş T.C. vatandaşı olan, ancak diplomaları Sağlık Bakanlığı tarafından eğitimleri bize "denk" değil diye onaylanmayan doktorlardır. Çünkü, bunların büyük çoğunluğunun mezun olduğu fakülteler tıp eğitiminin gerçekten de çok "geri" olduğu Azerbaycan, Gürcistan, Bosna-Hersek... gibi ülkelerdir. Gazetelerde, bunların sayısının 5.000 kadar olduğu yazıldı, doğru mudur bilemem. Bu tür diploması onaylanmamış doktorlardan birçoğunun kaçak olarak çeşitli hastane ve polikliniklerde çalıştıkları da unutulmamalı.

Bir de bunun tam tersi durumda olanlar, yani Türkiye'deki bir tıp fakültesini bitirmiş veya hâlen okumakta olan ancak T.C. vatandaşı olmayan yabancı uyruklu öğrenciler var. Bugüne kadar kaç kişinin ülkemizdeki tıp fakültelerini bitirerek doktor olmuş olduğunu bilmiyorum, ama sayılarının birkaç bini bulabileceğini tahmin ediyorum.

Tabii bir de bizim Türki cumhuriyetlerdeki tıp fakültelerini bitiren, T.C. vatandaşı da olmayan ve orada başbakanımızın dediği gibi 100-200 dolar maaşla çalışan doktorlar var ki, esas piyango bunlara vuracak gibi görünüyor. Bunların en büyük avantajı ise çat-pat da olsa Türkçe bilmeleri.

KARARA SEVİNEN HASTALAR

İthal doktor kararına en çok sevinen bir grup da "hastalar"dır. Doktorlarına "tapan" hastalar olduğu kadar, çeşitli nedenlerle doktorlara karşı peşin hükümleri olan, onlara kin besleyenler de vardır. Kimi 10 milyar maaşı beğenmeyerek Doğu'ya gitmeyen doktorlara "kıl" olur, kimi hastayı muayenehanesine yönlendirmeye çalışan doktorlardan gıcık kapar, kimi de iyi olmayan hastalıklarının nedeni olarak doktorları görür.

Elbette, Sağlık Bakanlığı'nın çeşitli teşviklere ve zorlamalara rağmen doktor gönderemediği illerimizde yaşayan vatandaşlarımız da "ithal doktor" uygulamasına alkış tutacaklardır. Zaten Van Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Zahir Kandaşoğlu, "Bunun çok ciddi bir proje olduğunu ve hızlı bir şekilde hayata geçirilmesi gerektiğini" söylemedi mi?

Sağlık-Sen Genel Başkanı Ahmet Aksu da, "Türk doktor Doğu'ya gitmezse, hangi yönetim olursa olsun yurtdışından doktor getirmek zorundadır. Yurtdışından doktor gelirse bunun sorumlusu Doğu ve Güneydoğu'ya gitmek istemeyenlerdir." diye konuşmadı mı?

AVRUPA BİRLİĞİ VE YABANCI SAĞLIK YATIRIMCILARI

Girmeye çabaladığımız Avrupa Birliği de, Türkiye'ye sağlık yatırımı yapmak ve kendi kadrolarıyla çalışmak isteyen yabancı yatırımcılar da 1219 sayılı kanunun değişmesini istiyorlar. Kendi bakış açılarından haklılar.

"Olaya Türkiye'de sağlık hizmetleri yeterli mi yetersiz mi, Türkiye'de doktor açığı var mı yok mu diye bakmamak lazım. Mesele, Türkiye'nin sağlık sektöründe dünyaya hizmet satmasıdır. Sağlık hizmeti kalitesini turizme çevirebilmesidir. Sağlık turizmini de sadece termal tesisler diye de algılamamak gerekir." diyen Meriç Köyatası da haklı değil mi?

Futbolcusundan öğretim üyesine, genel müdüründen hayat kadınına... her mesleğin ithalinin bulunduğu ülkemizde ithal doktor olması hiç de yadırganacak bir durum değil ilk bakışta.

Peki, ama kimler, hangi gerekçelerle ithal doktora karşılar? Bu soruların cevabı yarınki yazımda.


Mynet
i̇thal
doktora
evet
mi
hayır
mı?
Yorum (3)
sami
Ağzınıza sağlık Dilek Hanım. Krallık koltuğunda bu düşünceleri ifade edebilmek erdemli olmanın yanında o koltuğa liyakatinizi de gösteriyor. Allah sayınızı arttırsın da üniversitelerdeki akademisyenlik sorunun akademisyenlerin aldığı az maaş olmadığı, bizzat kendileri olduğu gerçeğini görsünler. Bari büyük şehirlerde fikirdaş olmak yanında belli standardın üstü de isteniyor. Gel gör ki perifer tıp fakültelerinde ise kalite malite hak getire. Tek yayını olmayan, tek kelime yabancı dil bilmeyen zibil gibi adam kadrolara dolduruluyor. Hele hele bölüm başkanı adı verilen krallık icazet vermez ise ağzınla kuş tutmayı dene. Her yönüyle kokuşmuşluk, rezalet , insan çöplüğü. Netice ise ortada "BAŞARIZLIK". Ve maalesef başarısızlığı sorgulayan hiçbir mekanizma yok. Bu mekanizmaları getirmesi gereken insanlar ise maalesef bu pastadan nemalanan kimseler. Hem hakim hem savcı... kimi kime şikayet edeceksin. "Gel kardeşim milletin için, ülkenin bilimsel arenada söz sahibi olması için şu krallığından vazgeç. Japonu amerikalısı nasıl yapıyorsa biz de öyle yapalım, ilk 100e 500e ünv sokalım" de. Verdiği cevap "devlet bize yardım etsin devlet bize para versin" Bu kafayla olmaz.Ümidim ancak YÖK dışından akıllı bir adamın işe el atıp YÖK'ü almanyaya amerikaya ingiltereye göre dizayn etmesi.
0
Cevapla
Mücahit Altuntaş
Sorunlara duyarlılığınız için teşekkürler. Bazı kavramları daha çok önemsememiz gerekiyor.Örgütlü şüphecilik , açıklık-saydamlık, evrensellik , dürüstlük. Bu değerler aynı zamanda bilimsel ilkeler. Bunların işletil(eme)mesinde dediğiniz gibi 12 Eylül askeri darbesinin etkileri var. Son dönemde yargıyada yansıyan parelel ve diğer hegomonik ve yanlış tutumlar , otoriterleşme hepimizn yeniden şapkayı önümüze koyarak düşünmemizi gerektiriyor. Özellikle üniversitenin ve tuzu kuruların daha çok düşünmesini gerektiren , ama sessizlikle geçirilen ve geçiştirilen bir çok sorun var. Bunlar üniversiteye yakışmıyor.Liyakat sorunlarını ahlak vicdan ve etik sorunlarla iç içe geçiyor. Bir ülke düşünün kamuoyunun gözleri önünde aylarca tartışılan , yargıtaya giden ve oradan dönen ama Anayasa mahkemsinde 0/17 baskın bir hak ihlali , temel yargılama ve değerlerin ilkelerinin ihlaline karar verilen Anayasa Mahkemesi süreci ve sonucu var.Yıkıcı bir değerler kaybı , temel hak ihlali göstergesidir. Yani belli ki hegomonik , baskıcı, bireyin özgürlüğünü ve güvenilin hiçleştiren anlayış ve tutumlar , üniversiteleri özerkleşmesinin önündeki anlayışlar ile kendini göstermektedir. Bu yanlış ve doğru anlayışları gözeten bir sistem , siyasal ve toplumsal duruş gerekiyor. El birliği ile mümkün. Yanlışları ve sorunları daha çok , daha yaygın , derinlemesine dile getirmek bu toplumun menfaatinedir. Saygılarımı sunuyorum
0
Cevapla
hasan
Bence 12 Eylül her konuda bir suçlama tahtasına dönüştü. 12 Eylül 1980 öncesi öğrenci olduğumdan biliyorum. Hocalar istediğini asistan olarak alırdı, istediğini atardı. Yani keyfi bir durum vardı. TUS sınavı ile bu durum önlendi. Hükümet tarafından tüm fakültelerde TUS gibi bir sınav önerildi, ama kendilerinin bin yıl kalacağını sanan bir grup tarafından istediğimizi asistan alamayız diye engellendi. Şimdi şartlar değişti, artık hükümet de önerdiği bu uygulamayı istemiyor. Bence 12 Eylül’ün olumsuzlukları yanında olumlu yönleri de oldu. Yardımcı doçentlik kadrosu kurularak öğretim üyesi eksikliği giderildi. O dönemki yardımcı doçentlerin çoğu şimdi prof. Olarak hizmet ediyor. ALES bence asistanlık için yeterli değil. TUS benzeri bir sınav tüm fakülteler için uygulanmalıdır. Doktora öncesi yabancı dil halledilmesi gerektiğinden ÜDS den başarılı olmayanlar kesinlikle asistan kadrosuna atanmamalı. Uzman hekim ihtiyacını karşılamak için yabancı dil sınavına ve teze gerek olmayan uygulamalar yapılabilir. Akademisyenlikte yabancı dil şarttır. Yayın konusuna gelince özellikle Türkçe yayına önem verilmeli. Yabancı dildeki yayınlarında ancak A grubundaki dergilerde yapılması halinde desteklenmesi gerekir. Şimdi parayla her şeyi yayınlayan SCI dergileri mevcut. Bence SCI şartı da kaldırılmalıdır, artık ülkemizden döviz kaybına neden oluyor, atıf da almadıklarından bir anlamı olmuyor. Ders anlatmayan, öğrenci yetiştirmeyen doçent veya prof. Uygulamalarına da artık son verilmeli. En az doktora sonra 5 yıl fakültesinde alanı ile ilgili çalışmayanlar kesinlikle doçentlik sınavına girememelidir.ÖYP bence iyi bir uygulama desteklenmelidir.
0
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir