Davutoğlu, doktorluğun nasıl aşkla yapıldığını hayatı boyunca hep tecrübe ettiğini ifade etti.
Eşi Sare Davutoğlu'nun evlendikleri dönemde başörtüsü nedeniyle okuldan uzaklaştırma cezası aldığını aktaran Davutoğlu, o dönemde eşi için okulu bırakır diye düşündüğünü, ancak eşinin bırakmadığını, çünkü mesleğine aşkla bağlı olduğunu anlattı.
Başörtüsü yasağı sebebiyle, ihtisas için yurt dışına gittiklerinde, burada eşinin başka alanlara yönelmesini ümit ettiğini, ancak eşinin mesleğini terk etmediğini belirten Davutoğlu, 28 Şubat döneminde de zorluklarla karşılaşan eşinin mesleğini yine terk etmediğini söyledi.
Başbakan Davutoğlu, "Başdanışman oldum, Ankara'ya geldim, bütün aile sorumluluğuyla birlikte doktorluğuna devam etti. Acaba bırakır mı diye ümitle bekledim demeyeyim ama en azından birlikte çoğu zaman nöbet de tuttuğumuz için, gece yarısı eğer bir telefon gelmişse ki kadın doğumun saati yoktur hepiniz biliyorsunuz, gece yarısı bizzat başdanışmanlık dönemindeyken dahi nöbet tuttum birlikte. O içeride hastayla, ben dışarıda kitabımla. Terk etmedi" diye konuştu.
Dışişleri Bakanı olduğu dönemde de "Acaba bütünüyle hayatın temel şeyleri değiştiği için eşim mesleğini bırakır mı" diye sorduğunu aktaran Davutoğlu, ancak eşinin mesleğini bırakmadığını söyledi.
Başbakan olduktan sonra eşi Sare Davutoğlu'nun yine aynı aşkla vazifesini yerine getirdiğine işaret eden Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ben de bir an bile bırak diye bir talepte bulunmadım. Çünkü biliyorum ki hiçbir şey ona ve onun gibi çalışan doktorlara bir doğum sonrasındaki mutluluk içinde dünyaya gelen bir çocuğun ağlama sesinin verdiği mutluluğu veremez. Hiçbir makam, hiçbir mevki bir doktorun hastasını sağlığa kavuşturduğu andaki hissi veremez. Bunu, bulunduğumuz bu ulvi görevlerin makamları dahi veremez. Yani Başbakanlık makamı, millete hizmet anlamında çok büyük bir makamdır ama o an gözlerde hissettiğim mutluluğun karşılığı olacak hiçbir makam ve mevki yok. Çünkü her şey ona bağlı. Dün gece ben saat 2 civarında eve döndüğümde, Sare hanım da aynı saatlerde İstanbul'daki bir doğumu gerçekleştirip son uçakla eve dönmüştü, 2 civarında. Ama ne ben yorgunluk hissediyordum ne o yorgunluk hissediyordu. Çünkü ikimiz için de ulvi olarak yürütülen bir meslek söz konusuydu. Şahsi hayatımdan bahsettiğim için özür dilerim ama benim doktor eşimden yaşadığım bu tecrübe, bütün doktorlar için geçerli olduğu için dışarıdan bir göz ama aile içinden bir göz olarak kendi gözlemimi paylaşmak istedim. Ta ki Türkiye'deki 78 milyon vatandaşımız, doktorlarımızın kıymetini bilsin, doktorlarımıza, hemşirelerimize, sağlık çalışanlarımıza hürmette kusur etmesin. Yoksa mesele, tek bir örnekten hareket etmek değil."