Medimagazin logo

Olgular Türk ama…

Yeni saptanan immün yetmezliklerle ilgili bir yazı kaleme alan Prof. Dr. İsmail Reisli, olguların önemli bir kısmının Türk kökenli olduğunu kaydetti
Kaynak: MEDİMAGAZİN
Olgular Türk ama…
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

İmmünoloji ve genetik alanındaki gelişmelerle her yıl yeni immün yetmezlikler tanımlandığını belirten Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Allerji ve İmmünoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Reisli, yeni bir immün yetmezliğin tanımlanmasının klinik bulguları ile immün yetmezlik düşünülen bir hastada ya yeni bir gen defektinin gösterilmesi ve hastalık ile ilişkilendirilmesiyle ya da immün sistemi etkileyen yeni yolakların gösterilmesiyle mümkün olduğunu kaydetti. İmmün yetmezliği olan bir hastada tekrarlayan enfeksiyonların yanında, otoimmün hastalıkların, malignitelerin, hatta allerjik hastaların da saptanabileceğini hatırlatan Reisli, son iki yılda tanımlanmış olan yeni immün yetmezlikler hakkında bilgi verdi.

 

Türkiye Ulusal Allerji ve Klinik İmmünoloji Derneği web sayfasında yayınlanan yazısında Prof. Dr. Reisli, “Dedicator Of Cytokinesis 8 Protein (DOCK8)” mutasyonunun, olguların büyük kısmının Türk olması ve Türkiye’den bir ortak çalışma ile klinik ve genetik özelliklerinin ayrıntılı bir şekilde tanımlanması açısından ayrı bir yere sahip olduğunu belirtti.

 

Bu mutasyonu taşıyan olgularda yüksek IgE düzeyi, deri ve akciğerde stafilokoksik enfeksiyonlar, eozinofili, egzama ve mantar enfeksiyonları ile karakterize bir immün yetmezliğin söz konusu olduğunu belirten Prof. Dr. Reisli  DOCK8 mutasyonunun, TYK2 eksikliği gibi otozomal çekinik geçişli hiper IgE sendromunun da bir nedeni olduğunu belirtti.

 

Otozomal baskın geçen hiper IgE sendromunda ise, “signal transducer and activator of transcription 3 (STAT3)” mutasyonu söz konusudur. Bu transkripsiyon faktörü, IL-17 ve IL-22 ile birlikte epitelyal ve mukozal yüzeylerde fungal enfeksiyonlara karşı immün yanıttan sorumludur. Buna benzer olarak yeni tanımlanan immün yetmezliklerden Dectin-1 eksikliği ve “caspase recruitment domain-containing protein 9 (CARD9)” mutasyonunda da STAT3 yolağı etkilenerek, IL-17 ve IL-22 salınımı bozulmakta ve mukokütanöz mantar enfeksiyonları ile seyreden immün yetmezlik tablosu meydana gelmektedir. Dectin-1 molekülü Candida yüzeyinde bulunan beta-glukan ile bağlanır. Böylece aktive olan Dectin-1 ve diğer patern tanımlayıcı reseptörler CARD9 molekülünün aktivasyonunu sağlayarak, mantarlara karşı immün yanıtı düzenler. Her iki molekül eksikliği de mukokütanöz mantar enfeksiyonlarına yatkınlıkla seyretmesine rağmen, CARD9 mutasyonu, Dectin-1’den daha ağır bir kliniğe sahiptir ve invaziv mantar enfeksiyonları ile seyreder. CARD9 mutasyonu saptanan olgulardan bazıları, beyinde invaziv mantar enfeksiyonundan kaybedilmiştir. CARD9 mutasyonu, yıllardır bilinen, ama genetik yönü aydınlatılamamış olan, kronik mukokütanöz kandidiyaz hastalığının, hangi gen defekti ile meydana geldiğinin gösterilmesi yönüyle de çok önemlidir.

 

Yeni tanımlanan immün yetmezliklerden ORAI1 eksikliğinin ise lenfositlere, iskelet kaslarına ve ektoderm kaynaklı hücreler içine yetersiz kalsiyum girişi sonucu miyopati, dişlerde yetersiz kalsiyum çöküşü ve anhidrozla karakterize ektodermal displazi ile karakterize olduğunu belirten Prof. Dr. Reisli, “ORAI1 eksikliği saptanan altı olgunun ikisi Türk kökenlidir” dedi.

 

Geçen yıl tanımlanan immün yetmezlikler ile ilişkili bir diğer gen defektinin ise IL-10 gen defekti olduğunu ve IL-10 defekti saptanan iki olgudan birinin Türk olduğunu belirten Prof. Dr. Reisli, “Yıllardır üzerinde çalışıldığı halde gen defektlerinin sadece yüzde 15’i gösterilen yaygın değişken immün yetmezlik için de geçen yıl iki yeni mutasyon tanımlandı. Bunlar Faslı bir ailede saptanan CD81 mutasyonu ve Hollanda’da yaşayan bir Türk ailede tanımlanan CD20 mutasyonudur. CD81 mutasyonu, tarafımızdan yine ilk kez bir Türk çocuğunda tanımlanmış olan CD19 gen defektine benzer şekilde, B lenfositlerinde CD19 ekspresyon defektine yol açmaktadır” dedi.

 

Yeni gen defekti saptanan olguların önemli bir kısmının Türk kökenli olduğunun dikkat çekici olduğunu belirten Prof. Dr. Reisli, yazının amacını ise şu şekilde açıkladı: “Bunlar bizim saptayabileceğimiz genetik defektler olabilirdi. Bizler kendi olgularımıza kendi ülkemizde genetik tanı imkânı sunamadığımız sürece, bu durum böyle devam edecektir. Tersi ise ancak ülkemizde genetik ve fonksiyonel çalışmaların yapılabildiği laboratuvarların kurulması ile mümkün olacaktır diye düşünüyorum.”

olgular
türk
ama…
Bu habere ilk yorumu siz yapabilirsiniz...
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir